MALPRAKTİS

Malpraktis

Belirli tıbbi hatalarda mağdurlara dava açma hakkı veren hukuk sistemi tıbbi malpraktis olarak adlandırılır. Tıbbi malpraktis tazminat hukukunun bir parçasıdır ve tazminat hukukunun genel özellikleriyle uyumlu bazı ilkesel/politik hedeflerin gerçekleşmesini amaçlar. Bu nedenle sadece iki kişi arasındaki bir anlaşmazlıktan öte politik bir konudur. Farklı meslekler için de geçerli olabilen “malpraktis” terimi yaygın olarak “tıbbi malpraktise” özgü olarak kullanılabilmektedir.

Akademik çevrelerde malpraktis terimi, hukuk sisteminin özel bir alanını adlandırmanın ötesinde, tıbbi uygulamalardan kaynaklanan olumsuz sonuçları betimlemek amacıyla da kullanılmaktadır. Bu bağlamda ihmal, dikkatsizlik, bilgisizlik, beceri eksikliği ve hasta bakımında yetersizlik sonucunda ortaya çıkan tıbbi uygulama hataları “tıbbi malpraktis” kapsamında değerlendirilmekte ve terime daha geniş bir alam yüklenerek, hekimin mevcut şartlarda makul olan hizmet ve bakımı başaramaması, meslekte tecrübeli bir hekimin aynı şartlar altında sergileyebileceği performansı gösterememesi, normal uygulamanın gereklerinden sapması ve standartlarını düşürmesi, bundan bir zararın doğmuş olması olarak tanımlanabilmektedir3. Malpraktisin tıbbi uygulama hatalarını tanımlayan bir terim olarak kullanılması farklı amaçlarla yürütülen çalışmalarda terminolojik bir soruna yol açmayabilir, ancak bu değerlendirme yazısındaki amaç, yapılandırılmak istenen bir hukuk sistemini irdelemek olduğundan terim, uluslararası literatürle uyumlu olarak bir hukuk sistemini tanımlamak amacıyla kullanılmıştır.

Tıbbi girişimlerin sonucunda oluşan sakatlıklar nedeniyle hekimler aleyhine açılan davaların sayısı gün geçtikçe artmakta ve oluşan zararın telafi edilmesi için sağlık bütçelerinden giderek daha fazla kaynak ayrılması gerekmektedir. Malpraktis olgularının hekim-hasta ilişkisini zedelediği ve sağlık pratiğinin giderek daha fazla savunmacı (defansif) bir tutumu benimsediği ileri sürülmektedir4. Hekimler aleyhine açılan tıbbi malpraktis davalarındaki artışın önemli nedenlerinden biri, çağdaş tıbbın riskli uygulamalara daha fazla yer veriyor olması ve buna bağlı olarak olumsuz sonuçların daha sık gelişmesidir. Sağlık hizmetlerinden yararlanmak üzere başvuran kişilerin sağaltım beklentilerindeki yükseliş, davaların sayısını artıran diğer bir nedendir. Gittikçe artan malpraktis davaları nedeniyle sağlık çalışanları mesleklerini güven içinde yapmakta zorlanmakta ve kendilerini tehdit altında hissetmektedirler. Diğer yönden hasta ve hasta hakları savunucuları da sağlık çalışanları gibi var olan durumdan şikayetçidir. Hastalar da tedavi sonucu gelişen olumsuz sonuçlar nedeniyle şikayet için yargıya başvurduklarında bürokratik engellerle karşılaşmakta, yasal destek bulmakta zorlanmakta, davaların sonuçlanması uzun süreler almaktadır. Davaların bir kısmı hasta lehine sonuçlansa da çoğu kez tazminat miktarları yetersiz kalmakta ya da tazminatların kimin tarafından ve nasıl ödeneceği sorun olmaktadır. Bu nedenlerden dolayı hastalar çoğu kez şikayetçi olmaktan vazgeçebilmektedir. Tıbbi girişimler sonucunda gelişen zararın telafisi, gerek hasta gerekse hekim açısından yavaş, aksak, yıpratıcı bir biçimde işlemekte, toplumsal maliyeti ağır olmaktadır5.

Sağlık politikalarında dönüşüm yapmak amacıyla sağlık hizmetlerinin pazar ekonomisi içinde düzenlenmesi konunun diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. Sağlık hizmetlerinin ticari bir ilişki olarak algılanması, hizmet alanların haklarının tüketici hakları kapsamında değerlendirilmesi ve yine çok karmaşık bir süreç olan tedavi sürecinde oluşan aksaklıklarda sıradan ticaret hukuku ilkeleriyle hareket edilmesi, hekim/sağlık çalışanı – hasta ilişkisindeki en önemli unsurlardan biri olan güven ilişkisine zarar vermektedir.

Malpraktis alanındaki bir yasal düzenlemenin öncelikleri malpraktis olgularının önlenmesi, yargılama sürecinin kısaltılması ve zararların telafi edilerek en etkin biçimde adaletin sağlanması olmalıdır6. Hasta hekim ilişkisindeki güveni sarsmayacak ve kaynakların dava sürecinde harcanmasını engelleyecek bir tazminat sisteminin oluşturulması politik bir amaç olarak algılanmalıdır7. Malpraktis, içinde çok fazla çözülmesi gereken sorun barındıran, çözüm için geliştirilen kapsamlı yasal düzenlemelerin dahi pek çok ülkede yeni sorunlara neden olduğu bir konudur. Bir ülkedeki sağlık sisteminin düzenlenme biçimi, tıp eğitiminin kalitesi, adalet sisteminin gelişmişliği ve her şeyden önemlisi bir ülkedeki sağlık hakkı dahil insan haklarının korunma düzeyi ile bağlantılıdır. Malpraktis ile ilgili sorunların çözümü amacıyla yasal bir düzenlemenin yapılabilmesi için öncelikle bu konuda ülkede yaşanan sorunların bilinmesi ve iyi değerlendirilmesi yanı sıra, hukuk ve tıp etiği alanlarında malpraktisle ilgili ikilemler barındıran ve yeni çözümsüzlüklere neden olabilecek sorun alanlarının da iyi değerlendirilmesini gerektirir.

Bu saptamalar sonucunda malpraktis konusunun sıradan bir yasal düzenleme sorunu olmayıp sağlık hizmetlerinin gelişimi ve uygulanan sağlık politikalarıyla da yakından bağlantılı olduğunu ileri sürmek mümkündür. Bu nedenle öncelikle malpraktis yasa tasarılarının gerekçelerinin mevcut sorunsalı hangi ölçüde yansıttıklarının irdelenmesi uygun olacaktır.

Zararın Telafi Edilmesinde Tazminat Sistemleri ve Hukuki Sorumluluğun Belirlenmesi

Malpraktis olgularında zararın telafi edilmesinde başlıca iki yöntemden / sistemden bahsedilebilir. Bu sistemlerden ilki “kusura (haksız fiile) dayalı” olandır. Kusura dayalı olan sistemlerde, haksız fiilde bulunan kişi veya kurumun sorumluluğu bir yargılama süreci sonunda saptanarak, zararın bir sigorta sistemi aracılığıyla ya da doğrudan kişi veya kurumlardan telafi edilmesi sağlanır.

Türkiye’de hali hazırda malpraktis olgularında uygulanan sistem kusura dayalı olandır. Malpraktis olgularında zarar veren kamuda görev yapıyor ise Anayasanın 129. maddesinin beşinci fıkrası ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesinde belirtilen yöntem çerçevesinde yargı yoluna gidilebilmekte ve tazminat talepli davalar ancak idare aleyhine açılabilmektedir. Kamu dışında görev yapan sağlık personelinin verdikleri zararların tazmini için ise Borçlar Hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde adli yargıda tazminat davası açılabilmektedir. Tazminat davasından ayrı olarak ceza davası da açılabilmekte, idari soruşturma başlatılabilmektedir8.

Dünyada yaygın olarak kullanılan kusura dayalı tazminat sistemleri, güçlü sigorta sistemleri ile destekleniyorlar olsa bile başvuru sayılarındaki artış, yargılama sürecindeki kısıtlıklar ve sağlık bütçelerine oluşturdukları yük nedeniyle eleştirilere neden olmaktadır9. Bu nedenle kusura dayalı tazminat sistemine alternatif olarak giderek artan biçimde “kusura dayalı olmayan” tazminat sistemi desteklenmektedir. Kusura dayalı olmayan sistemlerde hastaya verilen zararın telafisi için sağlık personelinin hatasının kanıtlanması gerekli görülmemekte, ancak kusura dayalı sistemlerde de olduğu gibi tedavi sürecinde gelişebilecek ve engellenmesi mümkün olmayan zararlar telafi edilmemektedir10. Bu nedenle kusura dayalı olmayan sistemlerde içtihat yoluna sık başvurulur ve mevzuat bu nedenle oldukça yüklüdür11.

Malpraktis davalarında davacı tarafından yargılama sürecindeki temel güçlüklerden biri kendisine verilen zararın davalı tarafından oluşturulduğunun kanıtlanması gerekliliğidir. Malpraktis olgularında sorumluluğun belirlenmesi öncelikle sorumluluğun hukuksal çerçevesinin çizilmesi ile olanaklıdır. Türkiye’de kusura dayalı bir sistem olmasına karşın bu sistemin çerçevesi net değildir ve uygulamada sorunlara neden olmaktadır. Ülkemizde hekimin hastası ile olan ilişkisinin hukuksal alanda tanımlanmasındaki yetersizliklerin yol açtığı sorunlara 1. yasa tasarısının gerekçesinde şöyle yer verilmiştir:

Tıp alanında var olan yasal düzenleme eksikliği sebebiyle; tıbbi uygulamalardan doğan, hukuki veya cezai sorumluluğa ilişkin olaylarda, mevzuatımızda genel hükümler durumunda bulunan; Borçlar Kanununun haksız fiil ve sözleşmeden doğan sorumluluğa ilişkin hükümlerine veya Türk Ceza Kanununun tedbirsizlik, dikkatsizlik, meslek ve sanatta acemilik ile ilgili hükümlerine gidilmektedir. Yani, hukuk düzeni, kendi içerisinde bu boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Toplumsal yaşamdaki yeri tartışılmaz olan sağlık alanında hukuki ve cezai sorumluluğa ilişkin özel bir düzenleme bulunmaması, davaların uzamasına, kolunu ya da bacağını veya başka bir organını yitirmiş insanların yıllarca adliye kapılarında çile çekmelerine sebep olmaktadır. Birinci yasa tasarısı bu konuda öncü girişimlerde bulunmuş ve tasarı metninin önemli bir bölümünü hukuksal düzenlemeye ayırmış ve halihazırda ağırlıklı olarak Ceza Kanunu çerçevesinde değerlendirilen suçları da kapsamına almıştır. Tasarının 5. ve 12. maddelerindeki düzenlemeler şöyledir:

Madde 5 – Hasta ve doktor arasındaki hukuki ilişki bir vekalet ilişkisidir Akit açık veya kapalı irade beyanı ile kurulabilir. ……… Bu ilişkinin vekalet ilişkisi olarak nitelenemediği hallerde; tarafları Borçlar Kanunun vekaletsiz işgörme ve haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümleri ile diğer genel hükümlerine müracaat hakları saklıdır.

Madde 12 – İlgililerin şikayeti veya Cumhuriyet Savcısının re’sen takibatı üzerine; bu Kanun ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu kanuna aykırı olmayan hükümlerine göre dava açılması ve yapılan yargılama neticesinde; tedaviyi yürüten doktora yüklenebilecek bir ihmal, mesleki yetersizlik, mesleki acemilik veya tedbirsizlik neticesinde ya da kasıt ile, hastada bir zarar geldiğinin hakim kararı ile tespit edilmesi durumunda, sorumluluğun derecesi ve uygulanacak müeyideler bu Kanundaki esaslara göre; bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde ise Türk Ceza Kanunu ve diğer ilgili kanunlara göre tayin olunur.

Yukarıda bahsedilen sorunlara ek olarak kamu kuruluşlarında çalışan sağlık personelinin yargılanmasında idarenin tabi olduğu yasal düzenlemelerin de yargılama sürecini olumsuz etkilediğinden bahsedilebilir. Her ne kadar Yargıtay kararları hastaların tedavisinde “kişisel kusuru” olan doktorlar aleyhine, idare yerine doğrudan doktorlar aleyhine tazminat davası açılabileceğine olanak sağlamaktaysa da Türkiye’de hasta ve sağlık personeli arasındaki hukuk ilişkisinin yeniden düzenlenmesinin gerekli olduğu ileri sürülebilir. Sağlık personeli – hasta ilişkisinde hukuksal çerçevenin düzenlenmesinin taşıdığı öneme rağmen 1. yasa tasarısı sonrasında gündeme gelen yasa tasarılarında sadece gerekçelerde yer verilmiş, tasarı kapsamına dahil edilmemiştir. Dünyada kusura dayalı sistemlerin olumsuz etkilerinin anlaşılması ve kusura dayalı olmayan sistemlere doğru bir dönüşüm gözlenmesine karşın ülkemizde hala kusura dayalı olan sistemin yapısı bile net olarak oluşturulamamıştır.

Tedavi Sürecinde Engellenmesi Mümkün Olmayan Durumlar Hangi sistemle düzenleniyor olursa olsun tedavi ve tedavi komplikasyonlarının çeşitliliği ve karmaşıklığı nedeniyle malpraktis olgularında kusurun belirlenmesi oldukça güçtür. Bununla birlikte her iki sistemde de tedavi sürecinde engellenmesi mümkün olmayan bir zararın telafi edilmesi söz konusu değildir. Yargılama sürecinde uygun tıbbi hizmetin dışına çıkıldığının saptanması, uygun tıbbi hizmet standartlarının bilinmesi ile olanaklıdır. Bu konuda ülkemizdeki belirli uzmanlık derneklerinin kendi dallarındaki hizmeti belirlemelerine yönelik çalışmaları olmasına karşın, tüm sağlık hizmetlerini kapsayan ve yargılama sürecinde referans olabilecek bir kaynak bulunmamaktadır. Hasta Hakları Yönetmeliği bir ölçüde hizmetin yürütülmesinde temel standartları oluşturuyor gibi gözükse de bu standartlar genel niteliklidir ve malpraktis olgularında ancak çerçevenin çizilmesini olanaklı kılmaktadır.

Ülkemizde gündeme gelen yasa tasarılarının ilk ikisinde engellenmesi mümkün olmayan durumlar sorumluluk dışında tutulmuştur. Uygun tıbbi hizmetin belirlenmesine yönelik olarak özellikle 2. ve 3. tasarılarda “Tıbbi hizmetlerde temel prensipler” ve “Hekim hasta ilişkileri” başlıkları altında bir ölçüde hizmetin nitelikleri sıralanıyor olsa da bahsedilen konular; başvuru, acil durumlar, vekil hekimlik, sır saklama, cinsel muayene, rıza, gizlilik, rapor ve reçete düzenleme benzeri uygulamaları kapsayan genel nitelikli ve amacı tam karşılamayan maddeleri içermektedir.

Zararın Karşılanmasında Kaynak Sorunu ve Sigorta

Hangi sistemle düzenleniyor olursa olsun; ihmal, dikkatsizlik, beceri/bilgi eksikliği veya kasıt nedeniyle oluşan zararların telafi edilmesinde maddi kaynaklara gereksinim olacaktır. Pazar ekonomisinin geliştiği ülkelerin çoğunda zararların karşılanması mali sorumluluk sigortaları aracılığıyla olmaktadır. Zaman içinde yargıya başvuruların artması nedeniyle sigorta sistemlerinin zararları karşılamakta zorlandıkları bilinmektedir. Sorunların çözümlenmesi için bir yönden hükümetler malpraktis düzenlemelerini gözden geçirmekte, diğer yönden sigorta şirketleri primlerin yükseltilmesi için uğraş vermektedir. Sağlık çalışanları ise yargılanma tehdidi altında mesleklerini uygulamaya gayret etmekte, defansif tıp olarak bilinen, riskli tedavilerden kaçınma, gereksiz tetkikler isteme ve hatta gereksiz tedavi uygulama davranışı gösterebilmektedir. Sonuçta sağlığın geliştirilmesi için kullanılabilecek kaynaklar adaletin sağlanması için harcanabilmektedir12.

İnceleme konusu olan dört yasa tasarının da ortak yönü, zararların karşılanmasında kaynak olarak zorunlu mali sorumluluk sigortası uygulamasını öngörüyor olmalarıdır. Birinci, 2. ve 4. yasa tasarılarında yardımcı sağlık çalışanlarının sigorta yaptırmaları öngörülmemektedir. İkinci yasa tasarısında yardımcı sağlık personelinin hekimin gözetim ve yönetiminde hizmet verdiği vurgulanarak bu meslek grubundakilerin verebilecekleri zararların hekimin sigortasının teminatında olacağı belirtilmiştir. Üçüncü yasa tasarısında ise tüm sağlık çalışanlarına yönelik zorunlu mali sorumluluk sigortası önerilmiştir. Dördüncü yasa tasarısının zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında sadece “tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar” bulunmaktadır. Tasarıda serbest çalışan hekimlerin primlerinin tamamının, kamu ve özel sağlık kuruluşlarında çalışanların ise primlerinin yarısının kendileri tarafından ödenmesi beklenmektedir.

Öncelikle, diğer meslek mensupları için öngörülmezken, sağlık çalışanları için zorunlu mesleki sorumluluk sigortasının öngörülmesindeki gerekçelerin haklılığı sağlık çalışanları tarafından da paylaşılmalıdır. Bu paylaşım adalet duygusunun sağlanması açısından önemlidir. Ne var ki son tasarı gerekçesinde tazminatların ödenmesinin Devlete yük olduğu belirtilerek bu yükün en azından yarısı sağlık çalışanlarına devredilmiştir.

Diğer yönden son yasa tasarısında sadece hekimlerin ve diş hekimlerinin zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında ele alınması, malpraktis davalarında zararın oluşmasında payı olan yardımcı sağlık personelinin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Son yasa tasarısında da belirtildiği gibi önümüzdeki yıllarda malpraktis davalarında artış beklenmektedir. Bu artışla birlikte muhtemelen sigorta primlerinde de hekimlerin ödeme güçlerini zorlayacak, artış talepleri gündeme gelecektir. Hekimlerin sigorta primlerinin yarısını ödüyor olsalar da primlerini ödemekte zorlanmaları mümkündür. Diğer yönden her ne kadar sigorta uygulamasını düzenleyecek usul ve esaslar Hazine Müsteşarlığınca belirlenecek ve şimdiden bir değerlendirme yapmak olanaklı değilse de sigorta sistemlerinin doğası gereği sigorta primlerinin hekimlerin tümü için aynı miktarda olmayacağı beklenen bir durumdur. Zarar verme olasılığı yüksek olan girişimci tıp dallarında çalışan hekimler muhtemelen daha fazla sıklıkta dava konusu olabilecekler ve daha fazla sıklıkla sigorta şirketleri bu hekimler tarafından verilen zararı tazmin etme durumunda olacaklardır. Bu durum bazı dallarda çalışan hekimlerden daha fazla prim istenmesi ve daha riskli dallarda uğraşanlara bir ceza anlamına gelebilir.

Tıbbi Becerilerin ve Kalitenin Geliştirilmesi

Malpraktis konusunda ortaya çıkan sorunlar ve özellikle sorumluluk sigortalarının mali yönden zorluklarla karşılaşması, malpraktis olgularının önlenmesi konusunu gündeme taşımıştır. Diğer bir deyişle, sağlık çalışanlarının eğitimi ve uygulama becerilerinin artırılması, hizmetin standart hale getirilmesi ve genel olarak kalitesinin yükseltilmesi sonucunda davaların azalacağı öngörülmektedir.

Meclise sunulmuş olan 2. yasa tasarısının 24.maddesi bu konu ile ilgilidir:

Madde 24 – Sağlık personelinin, tıbbi hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesi ve tıbbi kötü uygulamalarının en aza indirilmesini sağlamak üzere, mezuniyet sonrası eğitimleri esas olup, bu eğitimlerin değerlendirilmesi ve akreditasyonu Bakanlıkça yapılar. Bakanlıkça gerek görüldüğünde, değerlendirme ve kredilendirme ilgili meslek kuruluşlarına yaptırılabilir.

Üçüncü yasa tasarısında ise “yataklı tedavi kuruluşlarında; en üst seviyede sağlık bakım hizmetleri kalitesi sağlamak, …, hasta ile ilgili bilinen ve şüphelenilen problemleri belirlemek, çözümlemek … (amacıyla) Kalite Güvence Bölümü, Hastane Kalite Güvence Komisyonu, Tıbbi Kadro Kalite Güvence Komisyonu ve alt komisyonları oluşturul” ması önerilmiştir.

Tasarılarda her ne kadar kalite, akreditasyon, kredilendirme, değerlendirme ve eğitim planlarının yapılmasından bahsediliyor olsa da bu işlerin hangi kurum tarafından yapılacağı belirtilmemiştir. Sağlık Bakanlığı’nın hizmetiçi eğitim kapasitesinin istenilen düzeyde olmadığı Bakanlık tarafından da çeşitli vesilelerle vurgulanmıştır. Diğer yönden işyeri hekimliği eğitimi konusunda takındığı tutumda da belirginleştiği gibi meslek örgütlerince bu işlevlerin yerine getirilmesini kabul etmeyeceği beklenebilir.

Malpraktis İddialarında Uzlaşma ve Hakemlik

Malpraktis olgularında yargılama süreci, suçun kanıtlanması yani tedavinin olağan istenmeyen sonuçlarının ihmalden ayırt edilmesini gerektirdiğinden uzun süreli ve sorunlu olmaktadır. Bu soruna bir çözüm olarak yargıya başvurmadan zarar gören hasta ve zarar gördüğünü iddia ettiği kişi ve kurumlar arasında anlaşma sağlayacak uzlaşma birimlerinin oluşturulması ve bir hakemlik kurumu gündeme gelmiş ve bazı ülkelerin yasal sistemlerinde yer almıştır. Yargılama süresini azalttığı ve harcamalardan tasarruf sağladığı için adalete erişimi kolaylaştırdığı ileri sürülmektedir13. Ülkemizde de Hasta Hakları Yönetmeliği’nin uygulanmasıyla birlikte gündeme gelen kamu hastanelerindeki hasta hakları birimleri benzer amaçlarla işlev görmektedir. Ne var ki bu birimler özel sağlık kuruluşlarında bulunmamakta ve ağırlıklı olarak uzlaşmadan çok danışmanlık işlevi görmektedir. Diğer bir deyişle birimlerin yargıya gitmeden karar verebilme yetkileri sınırlıdır.

2000 tarihli 1. yasa tasarısında, mevcut uygulamada Yüksek Sağlık Şurasının malpraktis olgularında sorumluluğun belirlenmesinde zorunlu bilirkişi olduğu vurgulanarak, kurumun yükünün Adli Tıp Kurumunun bu olgularda bilirkişilik görevi yapmasıyla hafifletilebileceği belirtilmektedir. Üçüncü yasa tasarısında ise “Kalite Güvence Bölüm ve Komisyonları ile Tıbbi Yanlış Uygulama İzleme ve Değerlendirme Kurulu” nun oluşturulması önerilmişse de bu birimlerin malpraktis olgularında yargılamaya gitmeden karar verme yetkilerinin olabileceği belirtilmemiştir.

Hakemlik kurumu konusundaki en köklü düzenleme 2. yasa tasarısı ile gündeme getirilmiştir. Tasarı ile Bakanlık düzeyinde “Tıbbi Kötü Uygulama İzleme ve Uzlaştırma Üst Kurulu”, il düzeyinde ise “Tıbbi Kötü Uygulama İzleme ve Uzlaştırma Kurulları” nın kurulması önerilmiştir. Bu kurullar ağırlıklı olarak idari kadrolardan ve meslek odası temsilcilerinden oluşmaktadır ve hukuk alanında uzman bir üyenin katılımı ancak üst kurulda mümkün olabilecektir. İdari kadrolarda görev yapanların iş yoğunluğu ve hukuk bilgilerinin sınırlı olması nedeniyle bu kurulların yargının yükünü azaltmada yetersiz kalacaklarını ileri sürmek mümkündür. Diğer taraftan Borçlar ve ceza hukuku alanında düzenlenen bir yargı konusunun idari bir alana taşınması daha geniş çaplı ve diğer alanlardaki yasa değişikliklerini de kapsıyor olmasını gerektirmektedir.

Hakemlik kurumu, yargıya başvurmadan malpraktis olgularında adaletin sağlanması için yararlı araçlar olarak kullanılabilir, ancak bu kurumu işletecek birimlerin oluşturulmasında ve yasal düzenlemenin uyarlanmasında özen gösterilmelidir. Bu özen gösterilmediğinde sorunların daha da ağırlaşması ve adaletin sağlanmasındaki aksaklıkların artması muhtemeldir.

Hekimin Tedavideki Özen Yükümlülüğü ve Sorumluluğun Belirlenmesi

Malpraktis vakalarında davalı tarafın sorumluluğuna hükmedilmesi, büyük ölçüde sağlık çalışanının tedavi sürecinde hastasına karşı özen gösterme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğinin saptanabilmesiyle olanaklıdır. Diğer bir deyişle yargılama sürecinde, davacı tarafından iddia ettiği biçimde, davalı tarafından kendisine uygulanan standart tedavinin, yasalar tarafından davalıdan beklenen standardın altında olup olmadığının belirlenmesi amaçlanır ve bir kusurun ya da hatanın söz konusu olup olmadığına hükmedilir. Tedavi süreci karmaşık bir yapılanış gösterdiğinden hata veya kusurun saptanması diğer yaralanma davalarına kıyasla daha güçtür ve malpraktis davalarında davacının lehine hüküm sıklığının diğer davalardan daha düşük olduğu öne sürülmektedir. Malpraktis konusundaki davalar genellikle basit bir yaralanma davasında ele alınan neden ve sonuç ilişkisine göre değerlendirilmemekte ve karara varılması uzun süreler alabilmektedir. Bu durum büyük ölçüde, uzun bir eğitim süreci sonunda nitelikli bir emek harcayarak hastasını tedavi eden hekimlerin hatalarının saptanmasındaki özel güçlüklerden ve hastalık sürecinin bazıları üzerinde hiç bilgi sahibi olmadığımız koşullar tarafından belirlenmesinden kaynaklanmaktadır14.

Özen gösterme yükümlülüğünün değerlendirilmesinde ve sorumluluğun belirlenmesinde sağlık pratiğine özgün sorun alanları bulunmaktadır. Bu sorun alanları aşağıda alt başlıklar halinde incelenmiştir:

Ortalama Beceriye Sahip Hekim Kavramı

Hekimlik, tıp alanındaki bilimsel bilgi artışı ve teknolojik ilerlemeler sonucunda giderek öğrenilmesi ve uygulanması güçleşen bir meslek haline dönüşmüştür. Tıp fakültesinden farklı bilgi ve becerilere sahip hekimler mezun olabilmekte ve hekimlik mesleğinin uygulanma koşullarına göre bu bilgi ve becerilerin uygulanma derecesi farklılaşabilmektedir. Diğer yönden toplumun beklentisi, neredeyse her hekimin şimdiye kadar oluşturulmuş bilgiye ve bu bilgiyi uygulayacak becerilere sahip olması ve sağlık hizmetlerinde hiç hataya yer vermeyecek biçimde uygulama yapmasıdır. Bu konuyla ilişkili olarak mesleğinde deneyim kazanmak için yeterli zamanı olmuş bir hekimin, tıp fakültesinden yeni mezun oluş bir hekimle yasal süreçte aynı düzeyde değerlendirilmesinin getirdiği sorunlardan da bahsetmek mümkündür.

Malpraktis davalarında, uygulanmasında kusur olduğu iddia edilen standart tedavi, bir yönüyle hekimin tıbbi bilgi ve beceri düzeyi ile ilgilidir. Her meslekte çalışan kişilerden o meslekle ilgili tüm işlerde başarılı olması beklenmez. Örneğin bir avukatın tüm davalarını kazanması beklemeyeceği gibi, bir cerrahtan da tüm hastalarını iyileştirmesi beklenmez. Bu kişilerden beklenen, ne en düşük düzeyde ne de en yüksek düzeyde bir başarıdır. Hekimlik mesleğini uygularken hekimlerden mucizeler göstermesi değil, ortalama bilgi ve beceriye sahip bir hekimin davranışını göstermesi beklenir.

Türkiye’de 1989 yılında Resmi Gazetede yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 11. maddesi hastaya uygulanacak tanı, tedavi ve bakımı çağdaş bilgi ve teknolojinin gerekleri ile sınırlandırmakta ancak tarif etmemektedir:

Madde 11 – Hasta, modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun olarak teşhisinin konulmasını, tedavisinin yapılmasını ve bakımını istemek hakkına sahiptir.

Birinci yasa tasarısının 6. Maddesinde hekimin hastasına olan yükümlülükleri arasında “teşhis ve tedavisine” özen göstermesi istenmiş, ancak gösterilecek özenin derecesi belirtilmemiştir. Aynı yasa tasarısının 13. maddesinde ise “tıbbi amaçlı teşhis, tedavi ve müdahalelerde bulunanlar(ın)……muayene ve tedavi hususunda mesleklerinin gerektirdiği azami dikkat ve ihtimamı göstermekle” yükümlü oldukları belirtilmiştir.

İkinci yasa tasarısı standart bakımın sağlanması ve hekimlerin ortalama bir hekimden beklenen bilgi ve beceri sahibi olmaları için kredilendirme ve akreditasyon sistemi oluşturmayı amaçlamıştır. Belirli sertifikasyon eğitimleri ve sınavlarını başarmış hekimler bu sistemde eğer haklarında bir dava açılırsa ortalama hekimin standartlarına sahip olduklarını davanın başında kanıtlamış olacaklardır.

Mevzuatta borçlar hukukuna göre genel olarak düzenlenmiş olan özen yükümlülüğünün tıp alanında tanımlanması için yasa tasarılarında bir düzenleme öngörülmediğinden daha önceki içtihatlar ve düzenlemeler geçerli olacaktır.

Acil ve Olağanüstü Durumlar

Hızlı karar verilmesi ve uygulanması gerektiren acil vakalar ile olanakları kısıtlayan, iş yükünü ağırlaştırarak hekimi özen göstermekte zorlayabilecek olağanüstü durumlarda meydana gelen malpraktis olgularında, yasalar hekimin sorumluluğunu farklı yorumlayabilmekte ve hekimden beklenen özen yükümlülüğünün derecesi, söz konusu durumlarda, olağan durumlara göre daha az olabilmektedir. Diğer bir deyişle hata yapma olasılığının arttığı koşullarda hekimin belirli düzeylerde hata yapması kabul edilebilmektedir.

Yasa tasarılarında genel olarak acil durumlarda başvuru ve öncelik sırasının saptanması koşulları tanımlanmıştır ve olağan durumun aksine acil durumlarda hekimin sorumluluğu azaltılmıştır.

Standart Uygulamanın Yapılması

Hekimin hastasına verdiği tıbbi zararın belirlenmesinde hekimin bireysel niteliklerinin, yani özen yükümlülüğünü yerine getirebilecek niteliklere sahip olup olmadığının belirlenmesi yanında, hastasına hastalığıyla ilgili sağlaması gereken tanı, tedavi ve bakım standartlarının da bilinmesi önemlidir. Günümüzde oldukça çok sayıda meslek kuruluşu tarafından hizmet standartlarını belirleyen yayın yapılmakta ve sağlık çalışanlarının hizmetlerini bu standartlara uygun olarak yürütmeleri istenmektedir. Tıbbi tanı, tedavi ve bakım hizmetlerinin tanımladığı rehber özellikli bu yayınların oluşturduğu kurallar, malpraktis davalarında hekimin özen göstermediğinin ölçüsü olarak sunulabilir.

Üçüncü yasa tasarısının 27. maddesinde standart uygulamanın yapılmaması yasa ihlali olarak tanımlanmıştır. Birinci yasa tasarısının 15. maddesinde ise sağlık personelinin tıbbi standart uygulamalardan “mesleğin gerekleri” olarak bahsedilmiştir. İkinci ve üçüncü yasa tasarılarında hasta hakları ile ilgili ilkeler hizmet standardı olarak yer almaktadır ve oldukça geniş yer verilmektedir. Bu tasarıların cezaları düzenleyen bölümlerinde ise temel hasta hakları kapsamında değerlendirilebilecek başvuru biçimi, acil durumlar, sevk, sır saklama, cinsel muayene, rıza, gizlilik, rapor ve reçete düzenleme benzeri konulardaki ihlallerin cezalandırılması ön plandadır.

Malpraktis davalarında özen yükümlülüğündeki ihlallerin saptanabilmesi ve adaletin sağlanması için standart uygulamaların sınırlarının çizilmesi önemlidir. Bununla birlikte günümüzde birbirine karşıt olarak değerlendirilebilecek tıbbi görüşlere sahip bilim çevrelerinin gündeme getirdiği farklı tedavi standartlarını gözlemek mümkündür. Mahkemelerin bu durumda hangi tedavi standardını ölçü alacağı sorusu gündeme gelebilmektedir. Benzer biçimde bir hastalık için aynı tedavi standardı içinde farklı tedavi seçenekleri önerilebilmekte ve bu seçeneklerden bazıları daha fazla risk içerebilmektedir. Bazı durumlarda bir önlemin alınması veya bir girişimde bulunulması hem önerilmekte hem de tedavinin gidişini etkilemede bu önlemin veya girişimin etkisinin olmadığı ya da bilinmediği de belirtilebilmektedir. Yine de hekimler bu önlemin alınmadığı gerekçesiyle suçlanabilmektedir. Bu belirsizlikler ve beraberindeki riskler nedeniyle hekimler gün geçtikçe risk almaktan ve sorumluluk üstlenmekten çekinmektedir.

Tedavi standartlarının belirlenmesinde diğer bir sorun, bilgi üretimindeki hıza bağlı olarak standartlarda çok sık değişikliklerin yapılmasıdır. Bu durumda yoğun çalışma ortamındaki hekimden, önemli değişikliklerin farkında olmasından öte bir sorumluluk beklemek adil olmayacaktır. Diğer bir deyişle ortalama beceriye sahip olan hekimden alanındaki tüm ilerlemelerden haberdar olması beklenmeyebilir.

Önerilen yasa tasarılarında tanı, tedavi ve bakım standartlarına çok sınırlı vurgu yapılmıştır. Oysa standartların oluşturulmasındaki güçlük ve beraberinde getirdiği ek sorunlara karşın hekimin özen yükümlülüğünün belirlenmesinde yargı sürecindeki işlevleri göz önüne alınarak malpraktis konusundaki yasal düzenleme girişimleri meslek standartlarının oluşturulması çalışmalarıyla birlikte yürütülmelidir.

Yenilikçi Girişimler ve Araştırmalar

Tıp alanındaki gelişmelerin bir ölçüde standart uygulamalardan sapma sonucunda sağlandığı ileri sürülebilir. Günümüzde tıp alanındaki gelişmeler uluslararası nitelikteki klinik araştırma kurallarının uygulandığı araştırmalar ile sağlanmakta ve bu araştırmalarda hasta haklarının korunmasına ileri derecede duyarlık gösterilmektedir. Bununla birlikte araştırmaların önemli bir bölümü, üzerinde araştırma yapılan kişiler için önceden bilinmeyen riskler taşıyabilmekte ve araştırmaya katılanlarda sağlık zararları oluşturabilmektedir. Malpraktis davalarının bir bölümü bu vakalarla ilgilidir ve bu alanı düzenleyen bir yasanın araştırmalara da yer vermesi gerekir. Son yasa tasarısı hariç diğer yasa taslaklarında araştırmaların yürütülmesi oldukça ayrıntılı biçimde yer almıştır.

Bu başlık çerçevesinde ele alınması uygun olabilecek bir diğer konu, standart uygulama içinde tarif edilmiş, ancak uygulanması beceri ve bir uyum süreci gerektiren yeni uygulamalardır. Son yıllarda yeni tedavi seçeneklerinin gündeme gelmesi ve bu tedavi biçimlerinin uygulanmasının sağlık kuruluşlarınca bir rekabet unsuru haline dönüştürülmesi, malpraktis davalarındaki artışın bir nedenini oluşturabilmektedir. Hekimlerin kapasitelerini aşan teknikleri uygulamaktan kaçınmaları doğru bir davranıştır ancak yasal düzenlemelerde bu konuya yer verilmesi gerekir.

Yardımcı Sağlık Personeli ve Sağlık Kuruluşunun Sorumluluğu

Her ne kadar tanı ve tedavinin düzenlenmesi hekimin sorumluluğunda olmasına karşın sağaltım sürecinde hekim dışı personelin müdahalelerinin ve uygulamalarının tedavi sürecini etkilemesi ve olumsuz sonuçların oluşmasına katkı sağlaması beklenebilir. Hekim tanısını doğru koymuş, tedaviyi doğru düzenlemiş olabilir ancak tedavi yardımcı sağlık personelinin katkısıyla yürütülecektir ve bu süreçte yaşanan olumsuzluklardan bütünüyle hastanın hekimini sorumlu tutmak adil olmayacaktır. Bu durumda malpraktis davalarında yardımcı sağlık personelinin de sorumluluktaki payının değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer yönden hekim veya yardımcı sağlık personelinin çalıştığı sağlık kuruluşunun koşulları da tedavi sürecini etkilemektedir. Sağlık kuruluşunun yönetimini üstlenmiş kişilerin veya sağlık kuruluşunun tüzel kişiliğinin de zararın telafi edilmesindeki katkılarının belirlenmesi önem kazanmaktadır.

Birinci yasa tasarısında bu konu ele alınmış, yardımcı sağlık personelinin ve yönetici doktorların sorumluluğu paylaşmasına olanak tanınmış, sağlık kurum ve kuruluşlarının tüzel kişiliklerinin de sorumluluğu tarif edilmiştir. Hekim dışı sağlık personelinin sorumluluktaki payı 3. yasa tasarısında sadece sigorta bağlamında ele alınmıştır.

Sorumluluğun paylaşılmasında diğer bir konu, hekimin hastasının sürekli olarak yanında kalmasının mümkün olmadığı ve sorumluluğunu bir başka hekime devrettiği durumlardır. Sağlık hizmeti sunumunda hastanın tanı ve tedavisinden tek bir hekimin sorumlu olduğu yaygın bir kanı olmasına karşın örneğin, yataklı tedavi kuruluşlarında asıl sorumlu hekim sağlık kuruluşunda bulunmadığında, nöbetçi hekimler tarafından hastaların tedavilerine müdahaleler yapılabilmektedir. Hasta bu müdahaleler sonucunda zarar görebileceği gibi, nöbetçi hekim, asıl hekimin kararlarından dolayı oluşan bir zarara ortak olmaktan dolayı suçlanabilir. Aynı konu çerçevesinde asıl hekim, yerine hastasının tedavisini üstlenecek hekimi seçmekte özen göstermiyorsa, diğer bir deyişle kendisi yerine hastasının tedavisini sürdürecek hekimin yetersiz kalacağını bildiği halde hastasını devreder ve zarar oluşursa sorumluluğu paylaşması gerektiği öne sürülebilir. İkinci yasa tasarısında bu konu vekil hekim kavramı etrafında düzenlenmiştir: “…Vekil hekim, verdiği sağlık hizmetinden sorumludur.” Üçüncü yasa tasarısında vekil hekimin sorumluluğu vurgulanmış, ayrıca asıl hekimin astı konumundaki hekimlerin, örneğin eğitim kliniklerindeki asistanların veya yardımcı sağlık personelinin de sorumlulukları paylaştıkları bildirilmiştir. Hekimin bir başka hekime yasal bir gerekçe kullanarak hastasını göndermesi ve hastanın gönderilen hekim tarafından zarara uğratılması durumunda gönderen hekimin sorumluluğunun olduğu 1. yasa tasarısında belirtilmiştir.

Genel olarak değerlendirildiğinde hekimden hastasını sevk ederken veya vekil bir hekime devrederken özen göstermesini beklemenin haklı gerekçeleri bulunabilir, ancak sevk sisteminin sınırlı, uzman sayısının yetersiz olduğu bölgelerde fazla seçeneklerin olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayrıca hastanın mali olanaklarının kısıtlı olması koşulu da sevk seçeneklerini kısıtlayan bir unsurdur. Özen göstermenin kapsamının sınırları belirlenmeli ve sevk zincirlerinin varlığı göz önüne alınmalıdır. Sınırlar belirgin olmadığında bazı hekimlerin sorumluluğa ortak olmamak için hastalarının hemen hepsini ulaşmaları mümkün olmayan bir hekime veya sağlık kuruluşuna sevk edecekler ve sorumluluk almaktan kaçınacaklardır.

Hastaların Kendilerine Verdikleri Zararlar

Kendilerine zarar verme eğiliminde olan hastalara daha yoğun ilgi göstermek ve kendilerine zarar vermelerini engellemek sağlık personelinin bakım ödevinin bir parçasıdır. Ne var ki bu ödevin yerine getirilmemesi ile bağlantılı sorumluluğun sınırlarının çizilmesi oldukça güçtür. Özellikle intihar eğilimi olan vakalarda sağlık personelinin aldığı tüm önlemlere karşın hastalar bir fırsatını yakalayıp yaşamlarına son verebilmektedir. Birinci yasa tasarısının 11. maddesinde hastanın oluşan zararda bir kusurunun payı olması halinde kusur oranında tazminatta indirim yapılacağı belirtilmiştir. İkinci yasanın 15. maddesinde, açlık grevi yapan veya ölüm orucu tutan kişinin, sağlıklı karar veremeyecek duruma gelmesi, şuurunun kaybolması, komaya girmesi veya ruh ve beden sağlığında gerek geri dönüşsüz ve gerekse ölümcül zararlar oluşmaya başlamasından itibaren tıbbi hizmeti vermeyi zorunlu kılmaktadır. Açlık grevi yapan veya ölüm orucu tutan kişinin bilinci açık ve tam hukuki ehliyete sahip iken bu kararı vermiş olması durumunda, bu kararının şuurunun kaybolması veya komaya girmesi veya geriye dönüşümü olmayan olumsuz sonuçların gelişmeye başlamasından sonra da geçerli olması gerekir. Ulusal ve uluslararası tıbbi etik yaklaşım da dikkate alındığında hekimin hiçbir aşamada tıbbi tedaviye zorlanmaması gerekir.

Tıbbi Ürünlerin Yol Açtığı Zararlar

Tanı, tedavi ve bakım hizmetlerinin verilmesi sırasında çok çeşitli nitelikte ilaç ve tıbbi malzeme kullanılmakta ve malpraktis vakalarının bazılarında oluşan zarar doğrudan kullanılan tıbbi ürünler nedeniyle oluşmaktadır. Kullanılan tıbbi ürünlerin niteliğinin düşük olması ve sağlık hizmeti sunumunda zarara yol açması nedeniyle sağlık çalışanına yüklenen sorumluluk, sağlık personelinin tıbbi ürünü seçmede gösterdiği özenle sınırlı olmalıdır. Bu özenin gösterilmesinde sağlık personelinin çalıştığı kuruluşun belirleyiciliği de göz önüne alınmalıdır. Sağlık personelinin bu konuda yaşayabileceği tereddütleri gidermek üzere standardizasyon uygulamaları uzun bir süredir gündemde ve yürürlüktedir. Bununla birlikte bilinen her türlü önlemin alındığı ve standartlara uyum sağlandığı koşullarda bile zarar ortaya çıkabilmektedir. Pencere dönemindeki HIV ile enfekte kan nakilleri ile bulaşmalar uzun bir süredir Türkiye’nin gündemindedir ve daha uzun yıllar sorun olmaya devam edecek görünümündedir. Nakil öncesi risk taramalarının ve gerekli testlerin yapılmasına rağmen yine de bulaş olmakta ve kamuoyunun gündeminde kalmaktadır. Ayrıca kamu sağlık kuruluşları da dahil olmak üzere sağlık giderlerinin azaltılması amacıyla ucuz ve nitelikleri daha kötü olan ürünlerin kullanılması veya tek kullanımlık ürünlerin defalarca kullanılması benzeri uygulamalar sonucunda yargıya yansıyan vakaların varlığı bilinmektedir.

Sonuç

Türkiye’de son on yılda Meclise sunulan Malpraktisle ilgili yasa tasarıları bir bütün olarak değerlendirildiğinde 1. tasarının hukuksal çerçeveyi oluşturması, 2. tasarının uzlaştırma kurumunu önermesi, 3. tasarının sağlık kalitesini geliştirmeyi amaçlaması ve 4. yasa tasarısının da zorunlu mali sorumluluk sigortasını hedeflemesi nedeniyle malpraktis konusunda bir hukuksal düzenlemenin içeriğinde bulunması gereken önemli unsurları barındırdıklarını ileri sürmek mümkündür. Bununla birlikte bu unsurlar yasa tasarılarına bölünmüş durumdadır ve her bir yasa tasarısında bulunan bir öğe diğerinde bulunmamaktadır. Öyle ki son yasa tasarısı sadece zorunlu mali sorumluluk sigortası oluşturulacak biçimde önerilmiştir. Bu durumdan anlaşılması gereken, Hükümetin malpraktis konusunda geçmiş yasalaştırma deneyimlerini göz önüne almadığı, hukuk ve sağlık alanındaki sorunların çözümüne odaklanmak yerine sadece tazminatların karşılanmasındaki güçlükleri çözmeyi hedeflediğidir. Daha önceki hükümetler tarafından göreli olarak daha kapsamlı bir biçimde ele alınmış ve yasal düzenleme girişimlerinde bulunulmuş malpraktis konusu, ülkemizde sağlık hakkının korunması ve geliştirilmesi bakımından önem taşımaktadır. Malpraktis alanında ülkemiz açısından öncelikli konularda düzenlemeler yapılmaksızın, sadece zorunlu mali sigorta uygulamasının başlatılıyor olması nedeniyle, bu alandaki yasal ve etik sorunların önleneceğine veya çözüleceğine ilişkin bir umut beslemek, Sağlıkta Dönüşüm Programının ülkemiz sağlık sisteminde oluşturduğu ve oluşturabileceği belirsizlikler de göz önüne alındığında olanaksız görülmektedir.

Bank Asya Katılım hesabı açma tarihlerinin örgüt üyelerinin talimat dönemine denk gelmemesi nedeni YARGITAY bozması

16. Ceza Dairesi         2019/6442 E.  ,  2021/4575 K.

“İçtihat Metni”

Mahkemesi :Ceza Dairesi
Suç : Silahlı terör örgütüne yardım etme
Hüküm : TCK’nın 314/3 ve 220/7-1 cümlesi yollamasıyla
TCK’nın 314/2, 220/7-2 cümlesi, 3713 sayılı
Kanunun 5/1, TCK’nın 62, 53, 63 maddeleri uyarınca
mahkumiyetine dair hüküm

Bölge Adliye Mahkemesince bozma üzerine verilen hüküm temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
BDDK’nın 29.05.2015 tarihli kararı ile temüttü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 107. maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ’de gerçekleştirilen rutin hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemlerin, örgüte üye olmak suçu bakımından örgütsel faaliyet, tek başına ise örgüte yardım etmek olarak kabul edilebileceği nazara alındığında;

Okumaya devam et “Bank Asya Katılım hesabı açma tarihlerinin örgüt üyelerinin talimat dönemine denk gelmemesi nedeni YARGITAY bozması”

Mirasın Reddi Davası (Terekenin Borca Batık Olması Sebebiyle)

Mirasın reddi, mirasçılar tarafından sulh mahkemesine sözlü veya yazılı beyanla yapılır. Ancak miras bırakanın ölüm tarihindeki terekesinin borca batık olması nedeniyle mirasın hükmen (kendiliğinden) reddedilmiş sayılmasına dair istemlerde; görevli mahkeme, tereke alacaklılarının alacak miktarına göre belirlenmesi gerekir. (YİBK. 23.12.1942 T. 1942/24 E. 1942/29 K., 2.HD 2011/1647 E. 2011/2862 K., 2.HD 2010/15095 E. 2011/4530 K.)

Reddin kayıtsız ve şartsız olması gerekir.

Husumetin alacaklılara yöneltilmesi gerekir.

Sulh hakimi, sözlü veya yazılı ret beyanını bir tutanakla tespit eder. Süresi içinde yapılmış olan ret beyanı, mirasın açıldığı yerin sulh mahkemesince özel kütüğüne yazılır ve reddeden mirasçı isterse kendisine reddi gösteren bir belge verilir.

Miras, üç ay içinde reddolunabilir. Üç aylık süre, yasal mirasçılar için mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri ispat edilmedikçe murisin ölümünü öğrendikleri; vasiyetname ile atanmış mirasçılar için murisin tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten işlemeye başlar.

Yasal ve atanmış mirasçılar mirası reddedebilirler. Ölümü tarihinde murisin ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır.

Koruma önlemi olarak terekenin yazımı halinde mirası ret süresi, yasal ve atanmış mirasçılar için yazım işleminin sona erdiğinin sulh hakimi tarafından kendilerine bildirilmesiyle başlar.

Mirası reddetmeden ölen mirasçının ret hakkı kendi mirasçılarına geçer. Bu mirasçılar için ret süresi, kendilerinin murisine mirasın geçtiğini öğrendikleri tarihten başlar. Ancak bu süre, kendilerinin murisinden geçen mirasın reddi için mirasçıya tanınan süre dolmadıkça sona ermez. Ret sonucunda miras daha önce mirasçı olmayanlara geçerse; bunlar için ret süresi, önceki mirasçılar tarafından mirasın reddedildiğini öğrendikleri tarihten işlemeye başlar.

Yasal süre içinde mirası reddetmeyen mirasçı, mirası kayıtsız şartsız kazanmış olur.

Ret süresi sona ermeden mirasçı olarak tereke işlemlerine karışan, terekenin olağan yönetimi niteliğinde olmayan veya murisinin işlerinin yürütülmesi için gerekli olanın dışında işler yapan ya da tereke mallarını gizleyen veya kendisine maleden mirasçı, mirası reddedemez.

Zamanaşımı veya hak düşümü sürelerinin dolmasına engel olmak için dava açılması ve cebri icra takibi yapılması, ret hakkını ortadan kaldırmaz.

Yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı, miras açıldığı zaman kendisi sağ değilmiş gibi, hak sahiplerine geçer. Mirası reddeden atanmış mirasçının payı, murisinin ölüme bağlı tasarrufundan arzusunun başka türlü olduğu anlaşılmadıkça, murisinin en yakın yasal mirasçılarına kalır.

En yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan miras, sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edilir. Tasfiye sonunda arta kalan değerler, mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine verilir.

Altsoyun tamamının mirası reddetmesi halinde, bunların payı sağ kalan eşe geçer.

Mirasçılar, mirası reddederken, kendilerinden sonra gelen mirasçılardan mirası kabul edip etmeyeceklerinin sorulmasını tasfiyeden önce isteyebilirler. Bu takdirde ret, sulh hakimi tarafından daha sonra gelen mirasçılara bildirilir; bunlar bir ay içinde mirası kabul etmezlerse reddetmiş sayılırlar. Bu durumda miras, iflas hükümlerine göre tasfiye edilir ve tasfiye sonunda arta kalan değerler, önce gelen mirasçılara verilir.

Önemli sebeplerin varlığı halinde sulh hakimi, yasal ve atanmış mirasçılara tanınmış olan ret süresini uzatabilir veya yeni bir süre tanıyabilir.

Vasiyet alacaklısının vasiyeti reddetmesi halinde, murisinin arzusunun başka türlü olduğu tasarruftan anlaşılmadıkça, bu redden vasiyet yükümlüsü yararlanır.

Malvarlığı borcuna yetmeyen mirasçı, alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddederse; alacaklıları veya iflas idaresi, kendilerine yeterli bir güvence verilmediği takdirde, ret tarihinden başlayarak altı ay içinde reddin iptali hakkında dava açabilirler. Reddin iptaline karar verilirse, miras resmen tasfiye edilir. Bu suretle tasfiye edilen mirastan reddeden mirasçının payına bir şey düşerse bundan, önce itiraz eden alacaklıların, daha sonra diğer alacaklıların alacakları ödenir. Arta kalan değerler ise, ret geçerli olsa idi bundan yararlanacak olan mirasçılara verilir.

Ödemeden aciz bir murisin mirasını reddeden mirasçılar, onun alacaklılarına karşı, ölümünden önceki beş yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar. Olağan eğitim ve öğrenim giderleriyle adet üzere verilen çeyiz, bu sorumluluğun dışındadır. İyiniyetli mirasçılar, ancak geri verme zamanındaki zenginleşmeleri ölçüsünde sorumlu olurlar.

Vasiyetnamenin İptali Davası

Dava ölenin ikametgahı asliye hukuk mahkemesinde görülür. Aşağıdaki sebeplerle ölüme bağlı bir tasarrufun iptali için dava açılabilir:

1. Tasarruf miras bırakanın tasarruf ehliyeti bulunmadığı bir sırada yapılmışsa,

2. Tasarruf yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmışsa,

3. Tasarrufun içeriği, bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlaka aykırı ise,

4. Tasarruf kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmışsa.

İptal davası, tasarrufun iptal edilmesinde menfaati bulunan mirasçı veya vasiyet alacaklısı tarafından açılabilir.

Dava, ölüme bağlı tasarrufun tamamının veya bir kısmının iptaline ilişkin olabilir.

Yalnızca vasiyetnamenin iptaline ilişkin istek var ise maktu harca tabidir.

İptal davası, ölüme bağlı tasarrufla kendilerine, eşlerine veya hısımlarına kazandırma yapılanların tasarrufun düzenlenmesine katılmalarının yol açtığı sakatlığa dayandığı takdirde tasarrufun tamamı değil, yalnız bu kazandırmalar iptal edilir.

İptal davası açma hakkı, davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl ve her halde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın geçmesi tarihinin üzerinden, iyiniyetli davalılara karşı on yıl, iyiniyetli olmayan davalılara karşı yirmi yıl geçmekle düşer. Hükümsüzlük def’i yoluyla her zaman ileri sürülebilir.

Dava yoluyla ölüme bağlı tasarrufun iptalini isteyebilmek için, dava tarihinde mirasçılık sıfatının kazanılmış olması şarttır. Vasiyetçi hayatta olduğu sürece, mirasçılar vasiyetnamenin iptali için dava açamazlar.

Vasiyetnameler iptal davası açmayan mirasçılar yönünden geçerliliklerini korur.

Mirasçılık ve mirasın geçişi miras bırakanın ölümü tarihinde yürürlükte olan hükümlere göre belirlenir.

Okumaya devam et “Vasiyetnamenin İptali Davası”

Kira Tespit Davası

Dava, davalının yerleşim yerinde açılabileceği gibi, sözleşmenin yerine getirileceği yer mahkemesi ile sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesinde de açılabilir. Taraflar ayrıca bu konuda yetki sözleşmesi yapabilirler. Davaya bakma görevi sulh hukuk mahkemesine aittir.

Kiralayanın tespit davası açmak için kiracıya önceden ihtar göndermesi gerekli değildir. Kiralayan yeni dönem için her zaman tespit davası açabilir. Kira tespit davası hakkındaki dava dilekçesi kira döneminin sonundan yeter süre önce tebliğ edildiği takdirde kiracı yeni dönemde yeni kira parası ile sorumlu tutulacaktır. Bu yeter süre, kiracının tahliye hakkını kullanabileceği 15 günden önce düşünme olanağı sağlayacak bir süre olmalıdır.

Süresinde ihtar çekilmiş olsa bile kira tespit davası en geç artırım istenen dönemin sonuna kadar açılmalıdır.

Taraflar yeni dönemde kira parasının artırılacağını kabul etmişlerse tespit edilecek kiranın yeni dönem başından itibaren geçerli olması için önceden ihtar çekilmesine gerek yoktur. Davanın tespiti istenen dönem içerisinde açılması yeterlidir.

Mahkemece yeni dönem kira parası rayiç ve emsale uygun olarak tespit edilecektir. rayici saptama mümkün değilse de yasa gereği emsal aranması zorunludur. Yeni kira bedeline dayanak olacak emsallerin tam uygun olması ve kira sözleşmelerinin belgelenmesi de gerekir. Bu uygunluk, hem kira başlangıcı, hem de kiralananın nitelikleri ve kullanma biçimde yönlerinden olmalı ve hem de, aynı yerlerin aynı miktarın kira parası ile belli dönemlerde kiralanabileceğini göstermelidir. Bir iki emsal yerin bulunması, özel koşullarla yapılmış kira sözleşmelerini akla getirir. Bu gibi özel nedenlerle yapılmış kira sözleşmeleri de emsal olarak kabul edilemez. Tam uygun emsal bulunmayan hallerde ise, ele alınan emsallerin kiralanan yerle tam bir karşılaştırılması yapılmalı, hangi nedenlerin ve saptanan ayrıcalıkların herbirinin ne oranda kira parasını etkilediği, bilirkişi raporunda dayanaklı ve denetlenmesi mümkün olacak biçimde açıklanmalıdır.

Kira Parasının Ödenmemesi Nedeni İle Tahliye Davası

Tahliye davaları, taşınmazın aynıyla ilgili bulunmadığından davalının ikametgahı veya sözleşmenin icra olunacağı yer mahkemesinde veya tarafların sözleşme ile belirleyeceği yetkili mahkemede görülebilir.

Takip adi kiralara veya hasılat kiralarına mütedair olur ve alacaklı da talep ederse ödeme emri, Borçlar Kanunu’nun 260 ve 288 inci maddelerinde yazılı ihtarı ve kanuni müddet geçtikten sonra icra mahkemesinden borçlunun kiralanan şeyden çıkarılması istenebileceği tebliğini ihtiva eder.

Tebliğ üzerine borçlu, yedi gün (altı aydan daha kısa süreli kira sözleşmelerinde 3 gün) içinde itiraz sebeplerini icra dairesine bildirmeye mecburdur. Borçlu itirazında, kira akdini ve varsa buna ait mukavelenamedeki imzasını açık ve kesin olarak reddetmezse, akdi kabul etmiş sayılır.

Kiracının itirazı, kira sözleşmesine ilişkin olabileceği gibi kira sözleşmesi dışında bir sebebe de dayanabilir. İtiraz kira sözleşmesine ilişkinse, bu durumda kiracı ya kira sözleşmesinin varlığını tamamen inkar edecektir veya kira sözleşmesini kabul edip diğer itiraz sebeplerin, örneğin kira bedellerini ödediğini ileri sürecektir.

İtiraz takibi durdurur. İtirazın tebliği tarihinden itibaren altı ay içinde itirazın kaldırılmasını istemeyen alacaklı, bir daha aynı alacaktan dolayı ilamsız icra yoluyla takip yapamaz.

Borçlu itiraz etmez, ihtar müddeti içinde kira borcunu da ödemezse ihtar müddetinin bitim tarihini takip eden altı ay içinde alacaklının talebi üzerine icra mahkemesince tahliyeye karar verilir.

Borçlu itirazında kira akdini ve varsa mukavelenamede kendisine izafe olunan imzayı reddettiği takdirde alacaklı; noterlikçe re’sen tanzim veya imzası tastik edilmiş bir mukavelenameye istinat ediyorsa merciiden itırazın kaldırılmasını ve ihtar müddeti içinde paranın ödenmemesi sebebiyle kiralananın tahliyesini isteyebilir. Aksi takdirde kiraya veren icra mahkemesinde değil; sulh hukuk mahkemesine başvurup kira bedelinin tahsili ve kiracının tahliyesi davası açmalıdır.

Borçlunun akde ve şartlarına dair mukabil iddia ve def’ilerini aynı kuvvet ve mahiyette belgelerle tevsik etmesi lazımdır.

Akdi reddeden borçlu bu itiraz sebebiyle bağlıdır. İtirazın varit olmadığı tahakkuk ettikten sonra ödeme, takas veya sair bir def’ide bulunamaz.

Kiracı kira sözleşmesini ve varsa yazılı kira sözleşmesindeki imzasını inkar etmek istiyorsa, bunu açık ve kesin olarak yapmalıdır. Borçlu kira sözleşmesi dışında bir itirazda bulunması durumunda, kira sözleşmesini kabul etmiş sayılır. Bu durumda alacaklı icra mahkemesine başvurup borçlunun itirazının kaldırılmasını ve tahliyeye karar verilmesini ister. Bu durumda icra mahkemesi, artık kira sözleşmesini inceleyemez.

Kira sözleşmesindeki imzanın inkarından dolayı alacaklı genel mahkemede dava açmaya mecbur kalır ve lehine karar alırsa, kiracı ayrıca para cezasına mahkum edilir.

Borçlu akdi reddetmeyip kiranın ödendiğini veya sair bir sebeple istenemeyeceğini bildirerek itiraz etmiş veya takas istemişse, itiraz sebeplerini ve isteğini noterlikçe re’sen tanzim veya imzası tasdik edilmiş veya alacaklı tarafından ikrar olunmuş bir belge yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde ve usulüne göre verdikleri bir makbuz veya vesika ile ispat etmeye mecburdur.

İcra mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararının infazı için kesinleşmesi beklenmez. Ancak tahliye için, kararın borçluya tefhimi veya tebliği tarihinden itibaren on gün geçmesi lazımdır. Böyle bir durumda borçlu,tahliye kararı üzerine üç aylık kira bedeli karşılığında icranın geri bırakılması yoluna başvurabilir.

2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 62, 63, 65, 66, 68, 70 ve 72. maddeler hükümleri kıyas yolu ile burada da uygulanır.

Borçlu süresinde ödeme emrine itiraz etmezse, takibin kira alacağına ilişkin kısmı kesinleşir. Bunun üzerine borçlu- kiracı borcunu ödemek isterse kural olarak otuz gün içerisinde yerine getirmelidir. Ödeme süresi altı aydan daha kısa süreli adi kiralarda bu süre 6 gün, hasılat kiralarında ise 60 gündür.

Borçlu kısmi itirazda bulunmuşsa itiraz etmediği kısımları tam olarak ödemesi gerekir.

KİRA HUKUKU

1 – KİRA SÖZLEŞMESİ

Kira sözleşmesi, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.

Kira sözleşmesi, belirli ve belirli olmayan bir süre için yapılabilir. Kararlaştırılan sürenin geçmesiyle herhangi bir bildirim olmaksızın sona erecek kira sözleşmesi belirli sürelidir; diğer kira sözleşmeleri belirli olmayan bir süre için yapılmış sayılır.

Kira sözleşmesinde şekil şartı yoktur. Yazılı yahut sözlü şekilde yapılabilir.

2 – KİRA BEDELİNİN BELİRLENMESİ

Kira sözleşmelerinde taraflar, kira bedelini sözleşme özgürlüğü prensibi çerçevesinde serbestçe belirleyebilirler. Kira bedelinin serbestçe belirlenmesi, kira sözleşmesinin kurulması sırasında söz konusu olmaktadır. Buna karşılık, sözleşmenin devamı sırasında Türk Borçlar Kanunu’nda kira bedelinin belirlenmesine sınırlamalar getirilmiştir. Nitekim TBK’ na göre sözleşmenin zayıf tarafını korumak amacıyla kira sözleşmelerinde kira bedelinin belirlenmesi dışında, kiracı aleyhine değişiklik yapılamaz.

A – YENİ KİRA DÖNEMİNDE KİRA BEDELİNİN BELİRLENMESİ

Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.

Sözleşmede kira bedeli yabancı para olarak kararlaştırılmışsa, beş yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamaz. Ancak, bu Kanunun, “Aşırı ifa güçlüğü” başlıklı 138 inci maddesi hükmü saklıdır. Beş yıl geçtikten sonra kira bedelinin belirlenmesinde, yabancı paranın değerindeki değişiklikler de göz önünde tutularak üçüncü fıkra hükmü uygulanır.

B – KİRA BEDELİNİN İNDİRİLMESİ

Kiracı, kiralananın kullanımını etkileyen ayıpların varlığı hâlinde, bu ayıpların kiraya veren tarafından öğrenilmesinden ayıbın giderilmesine kadar geçen süre için, kira bedelinden ayıpla orantılı bir indirim yapılmasını isteyebilir.

C – KİRA TESPİT DAVASI

Kira bedelinin belirlenmesi için, kira tespit davasını kiralayan, malik veya kiracı her zaman açabilir. Ancak bu dava, yeni sözleşme dönemin başlangıcından en geç otuz gün önceki bir tarihte açıldığı ya da kiraya veren tarafından bu süre içinde kira bedelinin artırılacağına ilişkin olarak kiracıya yazılı bildirimde bulunulmuş olması koşuluyla, izleyen yeni kira dönemi sonuna kadar açıldığı takdirde, mahkemece belirlenecek kira bedeli, bu yeni kira döneminin başlangıcından itibaren kiracıyı bağlar. Sözleşmede yeni kira döneminde kira bedelinin artırılacağına ilişkin bir hüküm varsa, yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak davada mahkemece belirlenecek kira bedeli de, bu yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olur.

3 – KİRA FARK ALACAĞI DAVASI

Kira sözleşmesinde taraflarca belirlenen kira artışına ilişkin şart geçerli olup tarafları bağlar. Sözleşmede belirlenen artış hükmü gereğince kiracının kira parasını her yenilenen kira yılında sözleşmedeki artış oranına uygun şekilde artırarak ödemesi gerekir. 6098 sayılı T.B.K.nun kira bedelinin belirlenmesi başlıklı 344. maddesinde; “tarafların yenilen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki (ÜFE) artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır.” hükmü dikkate alınarak ÜFE artış oranını geçmemek üzere sözleşmedeki artış hükmü doğrultusunda kira fark alacağının tahsili talep edilebilir. Dolayısıyla takip tarihinden geriye doğru beş yıllık kira farkı alacağının tahsiline ilişkin dava açılabilir.

4 – TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ

Kira sözleşmesinden bağımsız olarak bir taşınmazı kiralayan kiracının, sözleşme bitiminde kiraladığı taşınmazı herhangi bir şart öne sürmeden boşaltacağına dair verdiği yazılı irade beyanına tahliye taahhütnamesi adı verilir. Tahliye taahhütnamesinin hukuki olarak kabul edilebilir olması için yazılı şekilde yapılması, sözleşme tarihinden itibaren belirli bir sürenin geçmesi ve kiracının özgür iradesine dayanarak tahliye kararının belirtilmesi gerekir. Taahhütnamenin geçerli olabilmesi için kiracının belirli bir süre taşınmazda oturması esas alınır. Bu nedenle kira sözleşmesi esnasında yapılan tahliye taahhütnameleri geçersiz kabul edilir. Tahliye taahhütüne rağmen süre bitiminde kiracının mülkü boşaltmaması durumunda, kiraya veren taahhüt tarihinin bitiminden 30 gün öncesinde ihtarname çekerek dava ve icra yoluna gidebilir.

5 – KİRA SÖZLEŞMESİNİN FESHİ- KİRALANANIN TAHLİYESİ – TAHLİYE DAVASI

A – KİRA SÖZLEŞMESİNİN FESHİ

Konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az onbeş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılır. Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler.

Genel hükümlere göre fesih hakkının kullanılabileceği durumlarda, kiraya veren veya kiracı sözleşmeyi sona erdirebilir.

Konut ve çatılı işyeri kiralarında fesih bildiriminin geçerliliği, yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır.

Aile konutu olarak kullanılmak üzere kiralanan taşınmazlarda kiracı, eşinin açık rızası olmadıkça kira sözleşmesini feshedemez.

B – KİRALANANIN TAHLİYESİ

B – 1 KİRA BEDELİNİN ÖDENMEMESİ NEDENİYE TAHLİYE

Kira bedelinin ödenmemesi nedeniyle açılan tahliye davasında kira akdinin yazılı olması bir şart olarak aranmamaktadır. Kiraya veren, kiracının borcunu süresinde ödememesi üzerine doğrudan icra müdürlüğüne başvurarak ihtarlı ödeme emri gönderir ve kira bedelinin 30 gün içerisinde ödenmesi için süre verir. Borçlu bu ödeme emrine 7 gün içinde itiraz edebilir.

Borçlu kiracı tarafından itiraz süresi içerisinde takibe itiraz edilmez ise takip kesinleşir ve kira sözleşmesinin varlığı ve talep edilen kira borcu kabul edilmiş sayılır. Ancak kanun burada borçluya 30 günlük bir ödeme süresi vermiştir. Bu sebeple bu süre dolmadan alacaklı haciz ve tahliye yoluna başvuramayacaktır. Borçlu kiracı 7 günlük itiraz süresi içinde itiraz etmemiş 30 günlük ödeme süresinde de ödeme yapmamış ise;

Alacaklı, kirayı veren 30 günlük ödeme süresinin bitiminden itibaren 6 ay içinde icra mahkemesinden kiracı borçlunun kiralanandan tahliyesini isteyebilir.

Aynı zamanda kira alacağının tahsili amacıyla borçlu kiracının mallarını üzerinde haciz işlemi gerçekleştirebilir.

B – 2 KİRA SÖZLEŞMESİNİN SONA ERMESİ NEDENİYLE TAHLİYE

Kira süresinin sona ermesi sebebiyle tahliye yoluna başvurmak için kiraya verenin elinde yazılı bir kira veya tahliye taahhüdünün olması gerekmektedir. Sözlü bir anlaşma kiralananın bu şekilde tahliyesi için yeterli kabul edilmemektedir. Taşınmazlar için yazılı bir kira sözleşmesi yoksa yazılı tahliye taahhüdünün varlığı yeterli olacaktır. Kira süresinin bitmesi nedeniyle tahliyede icra dairesi artık ödeme emri değil, tahliye emri gönderecektir. Takibin kesinleşmesinin ardından artık sadece tahliye söz konusudur.

Kiraya veren kira süresinin sona ermesinden sonra sözleşmeyi yenilemek istemiyorsa sürenin sona ermesinden itibaren bir ay içinde kiracının tahliyesi için takip başlatmalıdır. Kiraya verenin kiracıya karşı genel mahkeme olan Sulh Hukuk Mahkemesi’nde tahliye davası açması gerekir.

6 – KİRACININ BORÇLARI SEBEBİYLE KİRAYA VERENİN HAPİS HAKKI

Taşınmaz kiralarında kiraya veren, işlemiş bir yıllık ve işlemekte olan altı aylık kira bedelinin güvencesi olmak üzere, kiralananda bulunan ve kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlar üzerinde hapis hakkına sahiptir. Ancak alacaklı kiraya veren bu hapis hakkını, kiracının haczedilemeyen malları üzerinde kullanamayacaktır.

7 – KİRA UYARLAMA DAVASI

Kira sözleşmesi kurulurken var olan koşullar öngörülemez bir şekilde sonradan değişebilir ve bu değişimin sonucu olarak sözleşmedeki denge, bir tarafın aleyhine katlanılamayacak ölçüde bozulabilir; borcunu ifa etmesi taraf açısından aşırı güçleşmiş olabilir. Bu durumda da katı bir şekilde sözleşmeye bağlılık ilkesinin uygulanması ve borcun aynen ifasının borçludan beklenmesi, adalete, dürüstlüğe ve hakkaniyete aykırı düşer; Bu olumsuz sonuçların önüne geçebilmek için sözleşme değişen bu koşullara göre yeniden uyarlanır.

Kanser İlaçlarım SGK Tarafından Karşılanmıyor Ne Yapmam Gerek veya Sgk kanser tedavisini karşılıyor mu soruları, sıkça sorulan sorular arasında yer almaktadır. 

21. yüzyılın en yaygın görülen hastalıklarından biri olan kanser hastalığının tedavisi için halen kesin bir çözüm ne yazık ki bulunmuş değildir. Hastalığın tedavisinde pek çok yöntem kullanılmakla birlikte gelinen son noktada en etkili olanlar immünoterapi ve akıllı ilaç tedavileridir.

İmmünoterapi kısaca, bağışıklık sistemini aktive ederek veya baskılayarak kanser hücreleri ile savaşmasın sağlayan bir tedavi türüdür. Akıllı ilaç tedavisi ise, kanser hücrelerinin anormal hale dönüşen işlevlerini bloke etmek amacıyla üretilen hedefe yönelik bir yöntemdir. Söz konusu tedavi yöntemleri ile, genellikle kemoterapi, radyoterapi gibi klasik tedavi yöntemleri ile sonuç alınamayan ileri derece hastaların bağışıklık sisteminin güçlenmesi ve yaşam sürelerinin uzaması amaçlanmaktadır.

Sosyal Güvenlik Kurumu (“SGK”), Sağlık Uygulama Tebliği’nde (“SUT”) ve SGK’nın internet sitesinde yayınlanan Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi’nde bulunan ilaçların bedellerini karşılamaktadır. Ancak burada bulunsa dahi ilacın belirli türdeki kanser hastalığının tedavisinde kullanılması veya hastanın belirli tedavileri almış veya almamış olması şartları aranabilmektedir. Dolayısıyla bu listelerde ilacın bulunması, doğrudan ilaç bedelinin SGK tarafından karşılanacağı anlamına gelmemektedir. Zira çoğu zaman immünoterapi ve akıllı ilaç tedavisinde kullanılan ilaç bedelleri (Bevacizumab etken maddeli AltuzanNivolumab etken maddeli OpdivoPembroli etken maddeli KeytrudaAtezolizumab etken maddeli Tecentriq vb.)

SGK tarafından karşılanmamaktadır. Bu ilaç bedellerinin sadece bir kürü 15.000,00-150.000,00 TL arasında değişmektedir ve hastanın tedavi süresinin ve seyrinin nasıl gelişeceği de belli olmadığından kaç kür gerektiği kesin bir şekilde öngörülememektedir. İmmünoterapi ve akıllı ilaç tedavisinde kullanılan ilaçların pahalı olması nedeniyle ekonomik durumu iyi olmayan hastalar ve yakınları bu bedelleri karşılayamamakta ve çoğu zaman bu ilaçları alamadıkları için ciddi sorunlar yaşamaktadırlar.

Muadili olmayan ve hastanın hayatını devam ettirebilmesi için zorunlu olan ilaçların temini ve ilaç bedellerinin SGK tarafından karşılanabilmesi için başvuru yapılması ve dava açılması mümkündür. 


Kanser Tedavisinde Kullanılan İlaç Bedelleri SGK Tarafından Nasıl Karşılanır?


Kanser tedavisinde kullanılacak ilaç bedellerinin SGK tarafından karşılanmaması halinde izlenecek hukuki yol kısaca şu şekildedir:

1.Endikasyon dışı ilaç başvurusu (ihtiyari)

2.SGK’ya başvuru

3.SGK’ya karşı dava açılması ve ihtiyati tedbir talebi

Endikasyon Dışı İlaç Başvurusu – SGK Tarafından Karşılanmayan Kanser İlaçları

Hekim tarafından hastanın kanser tedavisinde kullanılacak ilacın belirlenmesinden sonra tedaviye başlayabilmek için öncelikle Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’na endikasyon dışı ilaç başvurusunda bulunulması gerekmektedir. Endikasyon dışı ilaç, esas amacı kanser ile savaşmak olmayan veya kanser türü için özel olarak üretilmemiş olan ancak yine de hastalığa iyi gelen ve buna ilişkin kanıtlar bulunan, kısaca ilacın Türkiye’de onaylanmış endikasyonu dışındaki her türlü kullanımıdır.

Kural olarak endikasyon dışı ilaç başvurusu şart olmasa da endikasyon dışı ilaç kullanım onayının alınmaması halinde dava sürecinde ihtiyati tedbir kararının alınması ihtimali düşmektedir. Dolayısıyla endikasyon dışı ilaç başvuru onayının alınması sonrasında SGK’ya karşı açılacak davada ihtiyati tedbir kararının alınması bakımından kolaylık sağlar. Mahkemenin bu onayı istemesi halinde, endikasyon dışı başvuru yerine “yurt dışı ilaç başvurusu” adı verilen ve ilacın ruhsatlı olup olmadığına ilişkin ek beyan sunulabilir.

Kurum tarafından yapılan değerlendirme sonunda, ilaç SGK’nın Bedeli Ödenen İlaç Listesi’nde yoksa genellikle talep reddedilir. Endikasyon dışı ilaç başvurusunun onaylanmaması halinde ilacın hasta tarafından temin edilip birkaç ay kullanılmasından sonra güncel pet/ct raporları ile yeniden Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’na endikasyon dışı ilaç başvurusu yapılması halinde onay alınması mümkün olabilir. Bu durumda dava sürecinde ihtiyati tedbir talebinin de kabul edilmesi ihtimalini de artırır.

SGK’ya Başvuru

Hekim tarafından önerilen ilacın eczaneden ücretsiz bir şekilde temin edilememesi halinde, dava açmadan önce dava şartı olarak da aranan ilk husus SGK’ya bu zamana kadar ödenen ilaç bedellerinin ve bundan sonraki ilaç bedellerinin karşılanması için başvuru yapılmış olmasıdır. Bu başvuru Sosyal Güvenlik Kurumu İlaç Geri Ödeme Yönetmeliği ve Sosyal Güvenlik Kurumu İlaç Geri Ödeme Başvurularına İlişkin Usul Ve Esaslar’a uygun olarak yapılması gerekmektedir.

Başvuru dilekçesi özenle hazırlanmalı ve her detaya dikkat edilmelidir. Başvurusu dilekçesinde bahsedilmesi gereken hususlar kısaca şu şekilde sıralanabilir: İlaçların isimleri/reçetesi ve hangi hastalık için gerektiği, hastanın neden bu ilaçları kullanması gerektiği, hastalığı teşhis eden belge ve raporlar, ilaç kullanım raporunun onaylı nüshası, hangi hastanelere tetkik ve muayene için gidildiği, bu ilaçların hastaya iyi gelebileceğine dair görüş içeren doktor rapor ve reçeteleri, yurtdışındaki uygulama ve örneklere ilişkin uygulama, bilimsel yazı ve makaleler, mümkünse hastalığa ve ilaca ilişkin uzman mütaalası.

Yapılan başvuru, bu ilaç ile ilgilenen SGK’nın ilgili şubesine gönderilir. İnceleme sonrası ilacın Bedeli Ödenen İlaç Listesi’nde bulunmaması, kanser türünün SUT’ta açıklanan teşhislerden olmaması gibi nedenlerle genelde reddedilir. Başvuru reddedildikten sonra SGK’ya karşı dava açılması sürecine geçilir.

SGK’ya Karşı Dava Açılması ve İhtiyati Tedbir Talebi

SGK’ya ilaç bedelinin karşılanması talebi ile yapılan başvurunun reddedilmesinden sonra ilgili işlemin iptali, ödenen bedelin iadesi ve sonraki ilaç bedellerinin karşılanması hususunda İş Mahkemeleri’nde SGK’ya karşı ihtiyati tedbir talepli dava açılması gerekmektedir. SGK Tarafından Karşılanmayan Kanser İlaçları için 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 101. maddesi gereğince, söz konusu davada İş Mahkemeleri görevlidir. Yetkili mahkeme ise, SGK’ya yapılan başvuruyu reddeden ilgili şubenin bulunduğu yer İş Mahkemeleri’nde yoksa İş Mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemeleridir.

Dava dilekçesinde “ilaçların kesintisiz olarak dava süresince SGK tarafından karşılanması” için ihtiyati tedbir istenir. Bu talep “davada nihai karar verilinceye kadar ve yeniden değerlendirilme yapılıp bu konuda ara karar oluşturuluncaya kadar” şeklinde dava dilekçesinde belirtilir.

Endikasyon dışı ilaç onayı ve ilaç ruhsatının olması halinde ihtiyati tedbir kararı verilmesi olasılığı yüksektir. Mahkemenin muadil ilaçların denenmediği gerekçesiyle tedbir talebini reddetmesi için, hangi immünoterapi ilacının daha etkin olduğu hususunda hastanın genetiğine uygun kişiselleştirilmiş ilaç kullanım ölücümü yapılarak test edilmesi ve bunun mahkemeye sunulması önem arz eder. Bununla birlikte ilacın tıp kurallarına uygun kullanıldığını kanıtlayan çalışma ve yayınların sunulması da önemlidir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 389. maddesinde düzenlenen ihtiyati tedbir talebi, “mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde” mahkemece değerlendirildikten sonra bu hususta karar verilir.

İhtiyati tedbir talebinin kabul edilmesi halinde SGK Sağlık Güvenlik Merkezinin ilgili dairesi ile “ilacın hastane tarafından doğrudan SGK’ya faturalandırılması” hususunda görüşülmesi gerekmektedir. İlgili daire bu hususta olumlu görüş bildirirse hastaneye “ ilacın doğrudan SGK’ya faturalandırılması” talebine ilişkin bir dilekçe yazılır. Bundan sonraki süreçte davada nihai karar verilinceye kadar ve yeniden değerlendirme yapılır bu konuda ara karar oluşturuluncaya veya mahkeme kararında belirtilen süre kadar ilaç bedelleri SGK tarafından karşılanır. SGK Tarafından Karşılanmayan Kanser İlaçları için bu davaların açılması oldukçaönemlidir.

İhtiyati tedbir talebinin kabulü ile dava sona ermemektedir. Mahkeme her ne kadar ihtiyati tedbir talebini kabul etse de davayı kabul etmeyebilir. Burada dava dilekçesinin eksiksiz ve usulüne uygun olarak hazırlanması önem arz etmektedir. Dava açılırken dava dilekçesinde, ilacın kullanımının zorunluluk olduğu ve ödenen bir muadilinin olmadığı, ilacın kullanılması halinde geri dönülemez sonuçlara sebep olacağı, ilacın endikasyon dışı kullanımında (eğer endikasyon dışı ilaç başvurusu reddilmiş ise) sakınca olmadığı, aynı durumdaki başka hastalar için aynı ilacın başka ülkelerde de aynı durumlarda kullanıldığı, ilacın kullanımının destek alıdığı bilimsel yayınların gösterilmesi faydalı olacaktır.

Bununla birlikte kanser ilacının aylık dozu ve ortalama maliyeti, hastalığın evresi, türü ve ortalama sağ kalım oranları, varsa muadil ve konvansiyonel tedavilerin denendiği ve sonuç alınamadığına ilişkin bilgi, pet/ct rapor sonucuna göre hastalığın halen var olduğu, yayılmaya devam ettiği ve başkaca tedavilerin kullanılması gerektiği, dava şartı olması nedeniyle yukarıda açıklanan SGK’ya başvuru yapıldığı ve reddedildiği, ila. Ruhsatlı ise ruhsata ilişkin bilgi, ruhsatlı olmaması halinde ise endikasyon dışı başvuru yapıldığı bilgisi , SGK hizmet dökümü ve son olarak hekim tarafından yazılan “muadili ilaç ya da tedavi yoktur” şeklinde görüş bildiren bir raporun sunulması da gerekmektedir. SGK Tarafından Karşılanmayan Kanser İlaçları için bu rapor oldukça önemlidir.

Davanın kısmi dava olarak açılması daha faydalı olacaktır. Zira zarar devam ettiği için zamanaşımı son zarardan itibaren işleyecektir. Doktrinde “biyoljik nedenlerden ötürü talep sonucu bedelin belirlenmesi imkansız ise belirsiz alacak davası açılabilir” olarak kabul edilse de, davanın sırf bu nedenden reddedilmesi bakımından riske girmeyip kısmi dava olarak açılması daha sağlıklı olur.

Mahkemece nihai kararın lehe olması yani SGK tarafından ilaç bedellerinin karşılanmasının kabulü halinde, SGK’ya yazılacak dilekçeye mahkemenin kararı da eklenerek bu kararın uygulatılması gerekmektedir.

Mahkemenin SGK Tarafından Karşılanmayan Kanser İlaçları için açılan davayı reddetmesi halinde ise olağan hukuk yolları tüketildikten sonra Anayasa Mahkemesi ve iç hukuk yolları tüketildikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaşam hakkı bağlamında başvurulabilir.

SGK Tarafından Karşılanmayan Kanser İlaçları ilişkin izlenecek hukuki yollar uzun ve meşakkatli olup sabır ve özen gerektirmektedir. Burada hasta yakınlara büyük rol düşmektedir. 

Kanser Tedavisinde Kullanılan Akıllı İlaç Fiyatları


Akıllı ilaç; kanser hücrelerinin kazandığı kontrolsüz çoğalma ve yayılma özelliğini engellemeyi amaçlar. Mutasyonlarla kazanılan bu özellikleri durdurmaya çalışan molekülleri içeren akıllı ilacın kanser hastalığının tedavisinde rolü gün geçtikçe artmaktadır. Söz konusu akı

llı ilaçlar kanser hücrelerini tanır ve onları bloke edip öldürmeyi amaçlar. Transtuzumab, bevacizumab, rituximab, cetuximab immünoterapi uygulanan kanser hastalarında kullanılan akıllı ilaçlardır. Bu ilaçların bedellerinin bir kürü, 15.000 – 50.000 TL arasında değişiklik göstermektedir. Bu sebeple akıllı ilaçların fiyatı da hastanın kullandığı ilacın dozajına göre değişiklik göstermektedir.

Akıllı İlaçları SGK Karşılıyor mu?

SGK tarafından karşılanabilecek ilaç bedelleri SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) aracılığıyla düzenlenmiştir. Kanser tedavisinde kullanılacak akıllı ilaçların bir çoğu “SGK tarafından ödenecek ilaçların” kapsamının dışında bırakılmıştır. Bu sebeple hastaların büyük bir çoğunluğunun yargı yoluna başvurarak ilaç bedellerinin ödenmesini talep etmesi gerekiyor.

Kişiye Özel İmmünoterapi Maliyeti 2024

İmmünoterapi, kanser hücrelerine karşı vücudun bağışıklık sistemini harekete geçiren bir tedavi yöntemidir. Kişiye özel immünoterapi, kanser hücrelerinin yüzeyindeki belirli proteinleri hedef alan tedavilerdir. Bu proteinler, kanser hücrelerinin bağışıklık sisteminden kaçmasını sağlar. Kişiye özel immünoterapi ile bu proteinler bloke edilerek kanser hücrelerinin yok edilmesi sağlanır.

Kişiye özel immünoterapi, geleneksel kanser tedavilerine göre daha etkili ve daha az yan etkiye sahip bir tedavi yöntemidir. Ancak, bu tedavinin maliyeti de oldukça yüksektir.

2024 yılında kişiye özel immünoterapinin maliyeti

Kişiye özel immünoterapinin maliyeti, tedavinin türüne, kullanılan ilaca ve hastanın durumuna göre değişmektedir. Ancak, genel olarak bu tedavinin maliyeti, geleneksel kanser tedavilerinden çok daha yüksektir.

2024 yılında, kişiye özel immünoterapinin maliyeti, yıllık ortalama 50.000 ila 1 milyon dolar arasındadır. Bazı ilaçlar için bu maliyet daha da yüksek olabilir. Örneğin, pembrolizumab adlı ilaç, yıllık ortalama 350.000 dolar tutmaktadır.

Kişiye özel immünoterapinin maliyetinin yüksek olmasının nedenleri

Kişiye özel immünoterapinin maliyetinin yüksek olmasının birkaç nedeni vardır. Bunlardan biri, bu tedavinin karmaşık bir süreç olmasıdır. Kanser hücrelerinin yüzeyindeki hedef proteinlerin belirlenmesi, bu proteinlere karşı etkili olacak ilaçların geliştirilmesi ve bu ilaçların hastaya uygulanması, oldukça kapsamlı ve maliyetli bir süreçtir.

Bir diğer neden, bu tedavinin henüz yeni bir tedavi yöntemi olmasıdır. Kişiye özel immünoterapinin maliyeti, bu tedavinin daha yaygın olarak kullanıldıkça ve geliştirme çalışmaları devam ettikçe azalabilir.

Akıllı İlaç İsimleri

Genel olarak akıllı ilaç isimleri aşağıdaki gibidir. Ocak 2024 itibarı ile fiyatlar günceldir.

  • Transtuzumab etken maddeli HERCEPTIN 150 mg 1 flakon  2024 yılı fiyatı: 8,849.21 TL’dir. 
  • Bevacizumab etken maddeli ALTUZAN 400mg/16ML kons.inf.çöz.içeren 1 flakon  2024 yılı fiyatı: 16,341.57 TL’dir. 
  • Rituximab etken maddeli MABTHERA 500 mg 1 flakon  2024 yılı fiyatı: 19,995.29 TL’dir.
  • Cetuximab etken maddeli ERBITUX 100 mg/20 ml IV infüzyon için çözelti içeren 1 flakon 2024 yılı fiyatı: 5,539.21 TL’dir.
  • Atezolizumab etken maddeli Tecentriq 1200 MG/20 ML çözelti hazırlamak için konsantre 2024 yılı fiyatı: 65,712.83 TL’dir.
  • Pembrolizumab etken maddeli Keytruda 100mg fiyatı 2024 Yılı fiyatı: 53,505.72 TL’dir.
  • Nivolumab etken maddeli Opdivo
  • Sakituzumab govitekan etken maddeli Trodelvy
  • Niraparib etken maddeli Zejula
  • Trastuzumab etken maddeli Herceptin, Kadeyla
  • Rituksimab etken maddeli Mabthera

Tecentriq İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

TECENTRİQ kanser ilacı ülkemizde SGK tarafından hiçbir endikasyonda ödenmemektedir. Söz konusu immünoterapi ilacının geri ödemesini SGK yapmamaktadır. Bu sebeple bu ilacı tedavisinde kullanmak zorunda olan kanser hastaları birçok mağduriyet yaşamaktadır. İlacın SGK tarafından geri ödenmesinin yapılması talebiyle hastalar yargı yoluna başvurmaktadırlar.

Keytruda İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

SGK, KEYTRUDA ilacının geri ödemesini sadece iki farklı endikasyon durumunda yapmaktadır. Söz konusu ilacın toplamda 15 farklı endikasyonda ve kanser türünde etkinliği kanıtlanmıştır. Ancak ülkemizde sadece iki endikasyon için SGK tarafından karşılanmaktadır. Bunlar Malign Melanom (deri kanseri) ve küçük hücreli dışı akciğer kanseri tedavisidir. Bunların dışında etkinliğinin kanıtlandığı kanser türleri için KEYTRUDA ilacının geri ödemesi ülkemizde yapılmamaktadır.

Opdivo İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

SGK OPDİVO ilacının geri ödemesini sadece 3 farklı kanser türü için yapmaktadır. Ancak söz konusu ilacın 9 farklı endikasyonda etkili olduğu kanıtlanmıştır. Ülkemizde bu endikasyonların tamamı için değil sadece 3 farklı kanser türü için SGK tarafından geri ödeme yapılmaktadır. Bunlar; Malign Melanom, renal hücreli karsinom ve klasik hodgkin lenfomadır. Geri ödemesinin yapılmadığı ancak etkili olduğu kanser türleri içinse bu hastalığa sahip olanların mağduriyet yaşamasına sebep olmaktadır.

Herceptin İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

SGK HERCEPTIN isimli ilacın geri ödemesini yapmamaktadır. Söz konusu ilaç meme kanseri tedavisinde kullanılır ve etkinliği dünya çapında kanıtlanmıştır. Ancak söz konusu ilacı SGK karşılamamaktadır. SGK’nın ilacın geri ödemesini yapmaması nedeniyle meme kanseri hastaları büyük mağduriyetler yaşamakta ve ilacın geri ödemesinin yapılması talebiyle yargı yoluna başvurmaktadırlar.

Trodelvy İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

Sacituzumab govitecan-hziy etken maddeli Trodelvy isimli ilaç, meme kanseri ve ürotelyal(idrar yolları ve mesane) kanserinin tedavisinde kullanılmaktadır. Trodelvy ilacı, Sağlık Uygulama Tebliği’nin (SUT) EK-4A listesinde bedeli ödenecek ilaçlar arasında sayılmamıştır. Bu sebeple ilacın bedeli SGK tarafından karşılanmamaktadır. Bedelin temini için hukuki yola müracaat etmek gerekmektedir.

Zejula İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

Niraparib etken maddeli Zejula ilacı, yumurtalık kanseri, fallop tüpü kanseri veya birincil periton kanseri tedavisinde kullanılmaktadır. Zejula isimli ilaç, SGK tarafından bedeli karşılanacak ilaçlardan değildir. Söz konusu ilacın bedelini talep edecek kişiler hukuki yollara başvurmak durumundadır.

Mabthera İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

Rituximab etken maddeli Mabthera ilacı,  hodgkin-dışı lenfoma, kronik lenfositiklösemi,  romatoid artrit, granulamatoz Polianjitis, mikroskobik polianjitis ve pemfigusvulgaris hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Mabthera ilacının bedeli SGK tarafından karşılanmamaktadır. Dolayısıyla ilacın bedeli talep eden kişiler hukuki başvuru yollarını izlemelidir.

Altuzan İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

Altuzan yayılmış kalın barsak (kolon veya rektum) kanserinin tedavisinde kullanılan bir ilaçtır. Altuzan ilacı etken madde olarak bevacizumab içermektedir. Söz konusu ilacın bedeli SGK tarafından karşılanmamaktadır. Bu sebeple bedeli talep eden kişiler dava yoluna başvurmalıdır.

İmmünoterapi İlaçları SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

İmmünoterapi ilaçlarının birden fazla çeşidi bulunmakta ve herbirinin gerek etken maddesi gerekse faydalı olduğu kanser türü farklıdır. Bu ilaçların bazıları sınırlı bir şekilde SGK tarafından karşılanırken, bazıları hiçbir şekilde SGK tarafından karşılanmamakta ve geri ödemesi yapılmamaktadır. SGK tarafından geri ödeme kapsamında olan immünoterapi ilaçlarınınsa sınırlı endikasyonlarında ancak geri ödeme yapılmaktadır. 

Enhertu İlacı SGK Tarafından Karşılanıyor mu?

ENHERTU ilacı meme ve mide kanserinin tedavisinde erişkinlerde kullanılan ve oldukça etkili sonuçları olan bir ilaçtır. Ancak söz konusu ilacın geri ödemesi SGK tarafından yapılmamaktadır. Etkinliği tüm dünyada kanıtlanmış olan söz konusu ilacın geri ödemesinin yapılmaması nedeniyle hastalar mağduriyetler yaşamaktaktadır ve bu sebeple yargı yoluna başvurmaktadırlar.

Keytruda Fiyat 2024

Güncel Keytruda Fiyatları 2024 yılında hangi aralıklarda ? Keytruda; yetişkinlerdeki ilerlemiş deri kanseri tedavisinde kullanılır. Genellikle bu tedavinin uygulandığı kişiler, vücudu önceki tedavilere yanıt vermemiş kişilerdir. 

  • Pembrolizumab etken maddeli Keytruda 100mg fiyatı 2024 Yılı fiyatı: 53,505.72 TL’dir.
Lonsurf Fiyat 2024

Güncel Lonsurf Fiyatları 2024 yılında hangi aralıklarda ? Lonsurf markası altında satılan trifluridin/tipirasil, kemoterapi ve hedefe yönelik terapötikler başarısız olduktan sonra metastatik kolorektal kanser veya mide kanserinin üçüncü veya dördüncü basamak tedavisi olarak kullanılan sabit doz kombinasyonlu bir ilaçtır.

  • 18 Mayıs 2023 tarihinde gelen zamla 60 tablet 15 mg/6.14 mg Lonsurf Fiyatı €2,935.99 yani 102.159,80’dir.
ALTUZAN Fiyat 2024

Güncel Altuzan Fiyatları 2024 yılında hangi aralıklarda ?

  • 14 Mart 2023 tarihinde 11.573,27 TL olan Altuzan 8 ocak 2024’te gelen zamla 16,341.57TL olmuştur.
Opdivo Fiyat 2024

Güncel Opdivo Fiyatları 2024 yılında hangi aralıklarda ?

  • Güncel 1 flakon 100 mg/10 mL Opdivo Fiyatı €1,785.24 yani 62,123.00 TL’dir.
Tecentriq Fiyat 2024

Güncel Tecentriq Fiyatları 2024 yılında hangi aralıklarda ?

  • 12 Aralık 2023 tarihinde 30,115.55 TL olan Tecentriq, 14 Mart 2023 tarihi itibarı ile gelen zamla 41.087,56 TL olmuştur.
Beyin Tümörü İlaçları Listesi

Beyin tümörü hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını durdurmak için kullanılırlar. Temel olarak, tümöre doğrudan giden kan damarlarını kapatarak veya tümör hücrelerinin DNA’sını hasarlayarak çalışırlar.

  • Temozolomide (Temodal): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde en yaygın kullanılan kemoterapi ilacıdır.
  • Procarbazin (Matulane): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir kemoterapi ilacıdır.
  • Lomustin (CCNU): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir kemoterapi ilacıdır.
  • Carmustin (BCNU): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir kemoterapi ilacıdır.
  • Vinblastin (Velbe): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir kemoterapi ilacıdır.
  • Vincristine (Oncovin): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir kemoterapi ilacıdır.

Hedefe yönelik ilaçlar: Beyin tümörlerinin büyümesini ve yayılmasını sağlayan spesifik genleri veya proteinleri hedefleyen ilaçlar.

  • Bevacizumab (Avastin): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir hedefe yönelik ilaçtır.
  • Erlotinib (Tarceva): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir hedefe yönelik ilaçtır.
  • Paclitaxel (Taxol): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir hedefe yönelik ilaçtır.
  • Cetuximab (Erbitux): Yüksek dereceli beyin tümörleri tedavisinde kullanılan bir hedefe yönelik ilaçtır.

Nöbet önleyici ilaçlar: Beyin tümörlerinden kaynaklanan nöbetleri kontrol etmek için kullanılırlar.

  • Steroidler: Beyin tümörü etrafındaki ödemi ve iltihabı azaltmak için kullanılırlar.
  • Deksametazon (Decadron): Beyin tümörü tedavisinde kullanılan en yaygın steroiddir.
  • Prednizon (Deltasone): Beyin tümörü tedavisinde kullanılan bir başka steroiddir.

Beyin tümörü tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri olabilir. Bu yan etkiler, kullanılan ilaca, doza ve hastanın genel sağlık durumuna göre değişebilir. En yaygın yan etkiler arasında halsizlik, yorgunluk, mide bulantısı ve kusma bulunur. Daha ciddi yan etkiler arasında kanama, enfeksiyon ve alerjik reaksiyonlar yer alır.

Beyin tümörü tedavisinde ilaç tedavisinin yanı sıra cerrahi ve radyasyon tedavisi de kullanılabilir. Hangi tedavinin en uygun olduğu, tümörün tipine, derecesine ve konumuna göre belirlenir.

Kanser İsimleri Listesi

Kanser, vücutta bulunan herhangi bir hücrenin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir. Bu durum, hücrelerin normal fonksiyonlarını yerine getirmesini engelleyebilir ve vücudun diğer bölgelerine yayılarak ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.

Kanser, vücutta bulunan herhangi bir organ veya dokudan kaynaklanabilir. Kanser türleri, genellikle oluştuğu organ veya dokuya göre sınıflandırılır.

En yaygın görülen kanser türleri şunlardır:

  • Akciğer kanseri: Akciğerlerde bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Meme kanseri: Meme dokusunda bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Kolon kanseri: Kalın bağırsakta bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Prostat kanseri: Prostatta bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Tiroit kanseri: Tiroit bezinde bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.

Diğer kanser türleri şunlardır:

  • Baş ve boyun kanseri: Baş ve boyunda bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Bulantı kanseri: Midede bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Mide kanseri: Midede bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Pankreas kanseri: Pankreasta bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Böbrek kanseri: Böbreklerde bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Mide kanseri: Midede bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Over kanseri: Yumurtalıklarda bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Testis kanseri: Testislerde bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Lenfoma: Lenfoma, lenf bezlerinde bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Lösemi: Lösemi, kan hücrelerinin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
  • Deri kanseri: Deride bulunan hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması ve büyümesidir.
Kanser Hastalarına Devlet Yardımı

Kanser, dünya genelinde en yaygın ölüm nedenleri arasında yer alan bir hastalıktır. Türkiye’de de her yıl binlerce kişi kanser teşhisi almaktadır. Kanser tedavisi, oldukça pahalı olabilen bir süreçtir. Bu nedenle, kanser hastalarına devlet tarafından çeşitli yardımlar sağlanmaktadır.

Kanser hastalarına sağlanan devlet yardımları şunlardır:

  • Evde sağlık hizmeti: Kanser hastaları, evde sağlık hizmetinden yararlanarak, evlerinde tedavi görebilirler. Bu hizmet kapsamında, hastaların muayene, tedavi, bakım ve takipleri yapılmaktadır.
  • Evde bakım yardımı: Kanser hastalarının bakımını üstlenen yakınlarının maddi ihtiyaçlarını karşılamak için evde bakım yardımı sağlanmaktadır. Bu yardım, hastanın gelir düzeyine göre değişmektedir.
  • Maluliyet aylığı: Kanser nedeniyle çalışma gücünü kaybeden hastalara, maluliyet aylığı bağlanmaktadır. Bu aylık, hastanın çalışma gücünün ne kadarını kaybettiğine göre belirlenmektedir.
  • Elektrik desteği: Kanser hastalarının elektrik faturalarında indirim yapılmaktadır. Bu indirim, hastanın gelir düzeyine göre değişmektedir.
  • Kanser ilaç desteği: Kanser tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar, devlet tarafından karşılanmaktadır. Bu ilaçlar, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından temin edilmektedir.

Detaylı Bilgi:

https://www.turkiye.gov.tr/kanserle-savas-dairesi-baskanligi

https://www.csgb.gov.tr/haberler/bakan-selcuk-kanser-hastalarimizi-tedavi-surecinde-yalniz-birakmiyoruz/

EN PAHALI KANSER İLACI 2024

Kanser, dünya genelinde hala birçok insanın hayatını etkileyen ciddi bir sağlık sorunudur. Bu hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçlar, bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte çeşitlenmiş ve gelişmiştir. Ancak, bu gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan yeni nesil kanser ilaçları genellikle yüksek maliyetlere sahiptir.

Özellikle immünoterapi ve hedefe yönelik tedaviler, kanserle savaşta önemli bir rol oynar. Bu ilaçlar, vücudun bağışıklık sistemini güçlendirerek veya belirli hedeflere odaklanarak kanser hücrelerini hedefler. Ancak, bu özel tedavi yöntemleri genellikle maliyet açısından daha yüksektir.

Birçok faktör, kanser ilaçlarının pahalılığını etkiler. İlaç geliştirme süreci, klinik denemeler, düzenleyici onaylar ve patent süreçleri gibi faktörlerin yanı sıra, araştırma ve geliştirme maliyetleri de bu yüksek fiyatların arkasındaki nedenler arasında yer alır. Ayrıca, yeni ilaçların pazara sunulmasıyla birlikte, bu ilaçların maliyeti genellikle yatırımların geri kazanılması amacıyla belirlenen fiyatlarla ilişkilidir.

Kanser tedavilerinin yüksek maliyeti, sağlık sistemlerini ve hastaları finansal olarak zorlayabilir. Bu durum, ilaç fiyatlarının politika düzeyinde değerlendirilmesi ve erişilebilirliğin artırılması konusunda ulusal ve uluslararası çabaların güçlenmesini gerektirir.

Sonuç olarak, kanserle mücadelede kullanılan gelişmiş tedavi yöntemleri, yüksek maliyetleri beraberinde getirir. Bu durum, sağlık politikalarının, araştırma finansmanının ve ilaç endüstrisinin gelecekteki gelişmelerini şekillendirmede dikkate alınması gereken önemli bir konudur.

DEVLETİN ÖDEMEDİĞİ KANSER İLAÇLARI

Türkiye’de, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanan kanser ilaçları, Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) yer alan ilaçlardır. SUT’ta yer almayan ilaçlar ise SGK tarafından karşılanmaz.

SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçları, genellikle yeni geliştirilen ve yüksek maliyetli olan ilaçlardır. Bu ilaçlar, immünoterapi ve akıllı ilaç adı verilen tedavi yöntemlerinde kullanılmaktadır. İmmünoterapi, vücudun bağışıklık sistemini kanser hücrelerine karşı savaşması için uyarmayı amaçlayan bir tedavi yöntemidir. Akıllı ilaçlar ise kanser hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını engelleyen ilaçlardır.

SGK tarafından karşılanmayan bazı kanser ilaçları şunlardır:

  • • Keytruda (pembrolizumab)
  • • Opdivo (nivolumab)
  • • Tecentriq (atezolizumab)
  • • Altuzan (bevacizumab)
  • • Trastuzumab (Herceptin)
  • • Rituximab (MabThera)
  • • Cetuximab (Erbitux)

Bu ilaçlar, genellikle ileri evre kanserlerde veya diğer tedavilere yanıt vermeyen kanserlerde kullanılmaktadır. Etkinlikleri kanıtlanmış olsa da yüksek maliyetleri nedeniyle SGK tarafından karşılanmazlar.

SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçları, hastalar için önemli bir maddi yük oluşturmaktadır. Bu ilaçları karşılamak için hastalar, özel sigorta yaptırabilir, hayır kurumlarından yardım alabilir veya bireysel dava açabilirler.

SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçlarının SGK tarafından karşılanabilmesi için, hastaların öncelikle ilacın etkinliğinin kanıtlandığını gösteren bilimsel çalışmaları sunmaları gerekmektedir. Ayrıca, ilacın hastanın tedavisi için gerekli olduğunu gösteren bir hekim raporu da sunmaları gerekmektedir.

SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçlarına ilişkin davalar, genellikle uzun sürebilmektedir. 

KANSER İLACI SGK DAVA DİLEKÇESİ ÖRNEĞİ


ANKARA NÖBETÇİ İŞ MAHKEMESİNE

                                

İHTİYATİ TEDBİR TALEPLİDİR!

DAVACI X (T.C. …)

             Adres

VEKİLİAv. ///

     Av. ///

     Adres

DAVALI: Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)

KONU : SGK işleminin iptali  ve müvekkilin karşılayacak olduğu ilaç bedelleri hakkında ihtiyati tedbir kararı verilmesi talebimizdir.

TEBLİĞ TARİHİ  : 09/01/2024

AÇIKLAMALAR

A.OLAY

B. HUKUKİ NİTELENDİRMELER:

Anayasanın 2. Maddesinde : ” Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. ” denilerek Türkiye cumhuriyetinin özeliklerinden bir tanesinin sosyal  ve hukuk devleti olduğuna vurgu yapılmıştır.

Anayasa’nın 5. Maddesin devletin temel amaçlarını özetlemiştir. Buna göre; ” Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır. ”

Anayasa 17. Maddesi de: ” Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir ”. ibaresine yer vermiştir. Yukarıda anılan anayasal düzenlemelerden de görüleceği üzere, devletin görevi sosyal devlet ilkesi gereğince vatandaşların yaşam haklarını korunması, sosyal ve ekonomik engellerin kaldırılması, vatandaşın refahının temin edilmesidir.

C. HUKUKA AYKIRILIKLAR:

.

D. İHTİYATİ TEDBİR HAKKINDA AÇIKLAMALAR:

.

HUKUKİ SEBEPLER: Anayasa, İş Kanunu, 5510 SK ve sair yasal mevzuat, Yargı kararları.

HUKUKİ DELİLLER: Müvekkilin tedavisi ile ilgili belgeler, Reçete, SGK E-42046xxx-622.01-xxxxx sayılı yazısı, SGK Hizmet Dökümü, Tanık. Bilirkişi ve yasal hertürlü delil.

SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenler ve resen gözetilecek hususlar ile;

• Dava süresince ilaç bedellerinin karşılanmasına ilişkin İHTİYATİ TEDBİR TALEBİMİZİN KABULÜNE ve dava süresince kullanılması gereken ve reçete edilecek ilaçların SGK tarafından ücretsiz olarak temin edilmesine,

• Davamızın kabulü ile, SGK’nın İLAÇ BEDELLERİNİN ÖDENMEYECEĞİNE İLİŞKİN işlemin  iptaline, müvekkilin tedavisinde kullanılmış “3 kür “(Pemrolizumab)Keyruda IV İnfuzyonik Çözelti İçeren Flankon 100 mg/4ml”” isimli ilaçların bedellerinin SGK tarafından ödenmesine,

• Yargılama gideri ve vekalet ücretinin davalı üzerine bırakılmasına karar verilmesini vekaleten talep ederim. 11/01/2024

Ek:

Dava Konusu İşlem( SGK Ret Yazısı)

Endikasyon Dışı İlaç Başvuru Cevabı

İlaç Kullanım Raporu-Reçeteler ve Faturalar-Muayene Formları                

Emsal Kararlar                           

Davacı Vekili

Av. ///

SGK KANSER İLAÇLARININ YÜZDE KAÇINI ÖDÜYOR


          SGK, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ve SGK’nın internet sitesinde yayınlanan Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi’nde bulunan kanser ilaçlarının bedellerini karşılamaktadır. Bu ilaçların bedelleri, ilacın türüne, etkinliğine ve maliyetine göre değişmektedir.

SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçlarının bedelleri, hasta veya hasta yakını tarafından karşılanmaktadır. Bu ilaçların bedelleri, oldukça yüksek olabilmektedir. Örneğin, bir kanser ilacının bir kürünün bedeli, 15.000 TL ile 150.000 TL arasında değişebilmektedir.

SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçlarının bedellerinin karşılanmasına yönelik bazı çalışmalar yapılmaktadır. Örneğin, 2023 yılında yapılan bir düzenleme ile, SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçlarının bedelleri, hasta yakınlarından talep edilmemektedir. Bu düzenleme ile, kanser hastalarının ilaç bedellerini karşılamada yaşadığı zorluklar bir nebze olsun hafifletilmiştir.

2024 yılı itibarıyla, SGK tarafından karşılanan kanser ilaçlarının listesi aşağıdaki gibidir:

  • • Kemoterapi ilaçları
  • • Radyoterapi ilaçları
  • • Hormon tedavisi ilaçları
  • • Hedefe yönelik tedavi ilaçları
  • • İmmüno-onkolojik tedavi ilaçları
  • • Destekleyici tedavi ilaçları

Bu ilaçların bedelleri, SGK tarafından karşılanabilmesi için, SUT’ta yer alması ve hekim tarafından reçete edilmesi gerekmektedir.

SGK’NIN KARŞILAMADIĞI İLAÇLAR LİSTESİ


          SGK’nın karşılamadığı kanser ilaçları, genellikle yeni geliştirilmiş ve yüksek maliyetli olan ilaçlardır. Bu ilaçlar, genellikle kanserin ilerlemiş evrelerinde veya diğer tedavilere yanıt vermeyen hastalarda kullanılmaktadır. SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçlarından bazıları şunlardır:

İmmünoterapi ilaçları: İmmünoterapi ilaçları, bağışıklık sistemini kanser hücrelerine karşı aktive ederek çalışan ilaçlardır. Bu ilaçlar, birçok kanser türünde etkili olmakla birlikte, oldukça yüksek maliyetlidir. SGK tarafından karşılanmayan immünoterapi ilaçlarından bazıları şunlardır:

  • o Opdivo (nivolumab)
  • o Keytruda (pembrolizumab)
  • o Tecentriq (atezolizumab)
  • o Kadcyla (trastuzumab deruxtecan)
  • o Herceptin (trastuzumab)

Akıllı ilaçlar: Akıllı ilaçlar, kanser hücrelerine spesifik olarak bağlanarak çalışan ilaçlardır. Bu ilaçlar, diğer ilaçlara göre daha etkili ve daha az yan etkiye sahip olmalarıyla öne çıkmaktadır. SGK tarafından karşılanmayan akıllı ilaçlardan bazıları şunlardır:

  • o Lynparza (olaparib)
  • o Pembrolizumab (Keytruda)
  • o Opdivo (nivolumab)
  • o Adcetris (brentuximab vedotin)
  • o Enhertu (trastuzumab deruxtecan)

Diğer ilaçlar: SGK tarafından karşılanmayan diğer kanser ilaçları arasında, kemoterapi ilaçları, radyoterapi ilaçları, hormon tedavisi ilaçları ve destekleyici tedavi ilaçları yer almaktadır. Bu ilaçların bazıları, genellikle sınırlı bir süre veya belirli koşullarda SGK tarafından karşılanmaktadır.

SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçlarının bedelleri, hasta veya hasta yakını tarafından karşılanmaktadır. Bu ilaçların bedelleri, oldukça yüksek olabilmektedir. Örneğin, bir kanser ilacının bir kürünün bedeli, 15.000 TL ile 150.000 TL arasında değişebilmektedir.

SGK tarafından karşılanmayan kanser ilaçlarının bedellerinin karşılanmasına yönelik bazı çalışmalar yapılmaktadır. Umarız bu çalışmalar müspet bir neticeye kavuşur ve hasta mağduriyetlere sona erer.

KRİYOABLASYON SGK KARŞILIYOR MU

Kriyoablasyon, bir tedavi yöntemidir, bir ilaç değildir. Bu nedenle, SGK tarafından karşılanmamaktadır. Kriyoblasyon tedavisi, özel hastanelerde ve bazı devlet hastanelerinde yapılabilmektedir. Tedavinin ücreti, işlemin yapıldığı hastaneye ve işlemi yapan hekimin deneyimine göre değişiklik göstermektedir.

Kriyoablasyon Tedavisinin Ücreti Ne Kadardır?

Kriyoablasyon tedavisinin ücreti, işlemin yapıldığı hastaneye ve işlemi yapan hekimin deneyimine göre değişiklik göstermektedir. En doğru fiyatı doğrudan hastaneye başvurarak öğrenebilirsiniz.

Kriyoablasyon Tedavisi Hangi Durumlarda Uygulanabilir?

Kriyoablasyon tedavisi, aşağıdaki durumlarda uygulanabilir:

  • • Meme kanseri (özellikle erken evre)
  • • Prostat kanseri
  • • Karaciğer kanseri
  • • Böbrek kanseri
  • • Akciğer kanseri
  • • Tiroid kanseri
  • • Kemik tümörleri
  • • Yüz ve boyun bölgesi tümörleri
  • • Fibroadenomlar
Kriyoablasyon Tedavisi Nasıl Uygulanır?

Kriyoablasyon tedavisi, genellikle lokal anestezi altında uygulanır. İşlemde, ince bir iğne cilt üzerinden tümör veya anormal dokuya yerleştirilir ve ardından sıvı azot veya yüksek basınçlı argon gazı kullanılarak doku -140 dereceye kadar soğutulur. Bu aşırı soğutma hücreleri kristalize eder ve sonuç olarak ölmelerine neden olur.

Kriyoablasyon Tedavisinin Riskleri Nelerdir?

Kriyoablasyon tedavisinin genel olarak güvenli bir tedavi yöntemi olduğu kabul edilmektedir. Ancak, bazı riskleri de bulunmaktadır. Bu riskler arasında, ağrı, şişlik, kızarıklık, morarma ve enfeksiyon yer almaktadır.

Kriyoablasyon tedavisinin sizin için uygun olup olmadığını doktorunuzla detaylı olarak konuşmanız önemlidir. Size tüm riskleri ve faydaları açıklayacak ve sizin için en iyi tedavi seçeneğini önerecektir.

KANSERDE AKILLI İLAÇ HANGİ EVREDE KULLANILIR

Akıllı ilaçlar, kanserin her evresinde kullanılabilir. Ancak, genellikle kanserin ilerlemiş evrelerinde veya diğer tedavilere yanıt vermeyen hastalarda kullanılmaktadır. Akıllı ilaçların hangi evrede kullanılacağı, kanserin türüne, evresine, hastanın genel durumuna ve diğer tedavi seçeneklerine göre değişmektedir.

Meme kanserinde akıllı ilaçlar: Meme kanserinde akıllı ilaçlar, genellikle kanserin ilerlemiş evrelerinde veya diğer tedavilere yanıt vermeyen hastalarda kullanılmaktadır. Ancak, bazı akıllı ilaçlar, kanserin erken evrelerinde de kullanılabilmektedir.

• Trastuzumab (Herceptin): HER2 pozitif meme kanserinde kullanılan bir akıllı ilaçtır. HER2 pozitif meme kanseri, kanser hücrelerinin yüzeyinde HER2 adı verilen fazla sayıda protein ürettiği bir tür meme kanseridir. Trastuzumab, HER2 proteinini bloke ederek kanser hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını engeller.

• Pertuzumab (Perjeta): HER2 pozitif meme kanserinde kullanılan bir başka akıllı ilaçtır. Trastuzumab ile birlikte kullanıldığında, HER2 proteinini hedefleyen daha etkili bir tedavi sağlar.

• Fulvestrant (Faslodex): hormon reseptör pozitif meme kanserinde kullanılan bir akıllı ilaçtır. Bu ilaç, östrojen ve progesteron hormonlarını bloke ederek kanser hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını engeller.

Akciğer kanserinde akıllı ilaçlar: Akciğer kanserinde akıllı ilaçlar, genellikle kanserin ilerlemiş evrelerinde veya diğer tedavilere yanıt vermeyen hastalarda kullanılmaktadır. Ancak, bazı akıllı ilaçlar, kanserin erken evrelerinde de kullanılabilmektedir.

• Crizotinib (Xalkori): ALK pozitif akciğer kanserinde kullanılan bir akıllı ilaçtır. ALK pozitif akciğer kanseri, kanser hücrelerinin ALK adı verilen bir gen mutasyonu taşıdığı bir tür akciğer kanseridir. Crizotinib, ALK proteinini bloke ederek kanser hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını engeller.

• Atezolizumab (Tecentriq): PD-L1 pozitif akciğer kanserinde kullanılan bir akıllı ilaçtır. PD-L1 pozitif akciğer kanseri, kanser hücrelerinin yüzeyinde PD-L1 adı verilen bir protein ürettiği bir tür akciğer kanseridir. Atezolizumab, PD-L1 proteinini bloke ederek bağışıklık sisteminin kanser hücrelerine saldırmasını sağlayarak etki gösterir.

• Nivolumab (Opdivo): PD-1 pozitif akciğer kanserinde kullanılan bir başka akıllı ilaçtır. PD-1 pozitif akciğer kanseri, kanser hücrelerinin yüzeyinde PD-1 adı verilen bir protein ürettiği bir tür akciğer kanseridir. Nivolumab, PD-1 proteinini bloke ederek bağışıklık sisteminin kanser hücrelerine saldırmasını sağlayarak etki gösterir.

Diğer kanser türlerinde akıllı ilaçlar: Akıllı ilaçlar, meme kanseri ve akciğer kanseri dışında, diğer birçok kanser türünde de kullanılmaktadır. Örneğin, kolorektal kanser, mide kanseri, böbrek kanseri, pankreas kanseri, prostat kanseri ve lösemi gibi kanser türlerinde akıllı ilaçlar kullanılabilmektedir.

Akıllı ilaçların kullanımı, kanser tedavisinde önemli bir gelişmedir. Bu ilaçlar, kanser hücrelerini daha spesifik olarak hedefleyerek, diğer tedavilere göre daha etkili ve daha az yan etkiye sahip olma potansiyeline sahiptir.

VALAMOR GERİ ÖDEME


 Valamor ilacı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanmaktadır. Ancak, bu kapsama, 16 Mayıs 2023 tarihinden önce tedaviye başlamış olan hastalar dahildir. 16 Mayıs 2023 tarihinden sonra tedaviye başlayacak olan hastalar için, Valamor’un yeniden geri ödeme kapsamına alınması gerekmektedir.

Valamor’un geri ödemesi, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ve SGK’nın internet sitesinde yayınlanan Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi’nde yer almasına bağlıdır. Bu liste, her yıl güncellenmekte ve yeni ilaçlar bu listeye eklenmektedir.

Valamor’un geri ödemesinin yapılabilmesi için, aşağıdaki koşulların sağlanması gerekmektedir:

  • • İlacın, SUT’ta yer alması
  • • İlacın, Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi’nde yer alması
  • • İlacın, hekim tarafından reçete edilmesi
  • • İlacın, eczane tarafından faturalanması

Valamorun 2024 yılı Ocak ayı için güncel fiyatı 27194.37 Türk Lirasıdır.

Valamor, kanser tedavisinde önemli bir yere sahip olan bir akıllı ilaçtır. Bu ilacın SGK tarafından karşılanması, kanser hastalarının tedaviye erişimini kolaylaştıracaktır.

XTANDİ GERİ ÖDEME

XTANDI, enzalutamide adı verilen bir aktif bileşen içeren bir ilaçtır. Enzalutamide, androjen reseptör antagonisti (AR antagonisti) olarak sınıflandırılan bir ilaçtır. AR antagonistleri, erkek hormonu androjenin prostat kanseri hücreleri üzerindeki etkisini bloke ederek çalışır.

XTANDI, viseral metastazı olmayan metastatik hormon duyarlı prostat kanseri (mHDPK) tedavisinde kullanılır. mHDPK, prostat kanserinin vücudun diğer bölgelerine yayıldığı (metastazlar) ancak karaciğer, akciğer veya kemik gibi iç organlara yayılmadığı bir türüdür.

XTANDI, ağızdan alınan bir kapsül şeklindedir. Günde bir kez, yemekle birlikte veya yemeksiz alınmalıdır.

XTANDI’nin yaygın yan etkileri şunlardır:

  • • Yorgunluk
  • • Kas ağrısı
  • • Kabızlık
  • • İshal
  • • İştah azalması
  • • Baş dönmesi
  • • Baş ağrısı
  • • Uykusuzluk
  • • Anormal rüyalar
  • • Kilo kaybı
  • • Ateş
  • • Grip benzeri semptomlar
  • • Vajinal kuruluk

XTANDI, hamile veya emziren kadınlarda kullanılmamalıdır.

XTANDI, prostat kanseri tedavisinde etkili bir ilaçtır. Klinik çalışmalarda, XTANDI alan hastaların, plasebo alan hastalara göre hayat beklentisinin önemli ölçüde arttığı gösterilmiştir.

XTANDI, iyi tolere edilen bir ilaçtır. Ancak, bazı yaygın yan etkilere neden olabilir.

Xtandi, 2023 yılı Ocak ayı itibarıyla, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından geri ödeme kapsamına alınmıştır. Bu kapsama, 16 Mayıs 2023 tarihinden önce tedaviye başlamış olan hastalar da dahildir. 

Xtandi’nin geri ödemesi, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ve SGK’nın internet sitesinde yayınlanan Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi’nde yer almasına bağlıdır. Bu liste, her yıl güncellenmekte ve yeni ilaçlar bu listeye eklenmektedir.

Xtandi’nin geri ödemesinin yapılabilmesi için, aşağıdaki koşulların sağlanması gerekmektedir:

  • • İlacın, SUT’ta yer alması
  • • İlacın, Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi’nde yer alması
  • • İlacın, hekim tarafından reçete edilmesi
  • • İlacın, eczane tarafından faturalanması

Xtandi isimli ilacın 2024 ocak ayı itibari ile güncel fiyatı 41.677,69 Türk Lirasıdır.

Xtandi, prostat kanserinin tedavisinde kullanılan bir ilaçtır. Bu ilacın SGK tarafından karşılanması, prostat kanseri hastalarının tedaviye erişimini kolaylaştıracaktır.

SGK İLAÇ PARASI GERİ ALMA

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), sunduğu sağlık hizmetlerine ek olarak, bazı ilaçların bedelini de geri ödemektedir. Bu ilaçlar, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) ve SGK’nın internet sitesinde yayınlanan Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi’nde yer almaktadır.

SGK tarafından geri ödenen ilaçların geri ödeme oranı, ilacın türüne ve kullanım amacına göre değişmektedir. %100 geri ödeme alınan durumlar olmakla birlikte ortalama geri ödeme oranı %80’dir. 

SGK İlaç Parası Geri Alma Şartları

SGK tarafından ilaç parası geri alabilmek için, aşağıdaki koşulların sağlanması gerekmektedir:

• İlacın, SUT’ta ve Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi’nde yer alması

• İlacın, hekim tarafından reçete edilmesi

• İlacın, eczane tarafından faturalanması

SGK İlaç Parası Geri Alma İşlemleri

SGK ilaç parası geri alma işlemleri konusunda genellikle vatandaşlar sorunlar yaşamaktadırlar. Hatta çoğu zaman bu ilacın geri ödemesinin alınabilmesi için yargı yoluna başvurulması gerekmektedir. 

TECENTRİQ 1200 MG GERİ ÖDEME

TECENTRIQ, atezolizumab adı verilen bir aktif bileşen içeren bir ilaçtır. Atezolizumab, PD-1 inhibitörü olarak sınıflandırılan bir ilaçtır. PD-1 inhibitörleri, kanser hücrelerinin bağışıklık sisteminin saldırısından kaçmasına yardımcı olan bir protein olan PD-1’i bloke ederek çalışır.

TECENTRIQ, küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK), metastatik melanom, böbrek hücreli karsinomu (BHK), lenfoma ve malign melanom tedavisinde kullanılır.

Küçük Hücreli Akciğer Kanseri (KHAK)

TECENTRIQ, yaygın evre KHAK tedavisinde kullanılır. Yaygın evre KHAK, akciğerlerin ötesine yayılmış kanserdir.

TECENTRIQ, karboplatin ve etoposidle birlikte kullanılır.

Metastatik Melanom

TECENTRIQ, metastatik melanom tedavisinde kullanılır. Metastatik melanom, vücudun diğer bölgelerine yayılmış cilt kanseridir.

TECENTRIQ, ipilimumab ile birlikte veya yerel tedaviyle birlikte kullanılabilir.

Böbrek Hücreli Karsinomu (BHK)

TECENTRIQ, metastatik BHK tedavisinde kullanılır. Metastatik BHK, vücudun diğer bölgelerine yayılmış böbrek kanseridir.

TECENTRIQ, yerel tedaviyle birlikte kullanılabilir.

Lenfoma

TECENTRIQ, lenfoma tedavisinde kullanılır. Lenfoma, bağışıklık sisteminin bir parçası olan lenf bezlerini etkileyen bir kanser türüdür.

TECENTRIQ, yerel tedaviyle birlikte kullanılabilir.

Malign Melanom

TECENTRIQ, malign melanom tedavisinde kullanılır. Malign melanom, cildin en derin katmanından kaynaklanan bir kanser türüdür.

TECENTRIQ, yerel tedaviyle birlikte kullanılabilir.

TECENTRIQ’in Yan Etkileri

TECENTRIQ’in yaygın yan etkileri şunlardır:

  • • Yorgunluk
  • • İştah azalması
  • • Kabızlık
  • • İshal
  • • Kas ağrısı
  • • Ateş
  • • Grip benzeri semptomlar
  • • Nefes darlığı
  • • Aşırı terleme
  • • Kaşıntı
  • • Döküntü
  • • Kaşıntı
  • • Baş ağrısı
  • • Baş dönmesi
  • • Uykusuzluk
  • • Anormal rüyalar
  • • Bulantı
  • • Kusma
  • • Sindirim sorunları
  • • Karın ağrısı
  • • Sindirim sistemi kanaması
  • • Cilt lezyonları
  • • Kas güçsüzlüğü
  • • Eklem ağrısı
  • • Eklem iltihabı
  • • Nörolojik sorunlar
  • • Mental sorunlar
  • • Endokrin sorunlar
  • • Karaciğer sorunları
  • • Böbrek sorunları
  • • Kalp sorunları
  • • Akciğer sorunları
  • • Enfeksiyonlar

TECENTRIQ, hamile veya emziren kadınlarda kullanılmamalıdır.

TECENTRIQ, çocuklarda güvenli ve etkili değildir.

TECENTRIQ, tümör nekroz faktörü alfa (TNF-α) inhibitörleri, immünosupresanlarveya kortikosteroidler gibi bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar ile birliktekullanılmamalıdır.

TECENTRIQ, iyi tolere edilen bir ilaçtır. Ancak, bazı yaygın yan etkilere neden olabilir. Bu yan etkiler genellikle hafif ila orta şiddettedir ve genellikle tedavinin kesilmesini gerektirmez.

TECENTRIQ kullanan hastalar, olası yan etkiler konusunda doktorlarıyla konuşmalıdır.

TECENTRIQ, maalesef Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından geri ödeme kapsamına alınmamıştır. Bu sebeple hastalar derin bir mağduriyet içerisindedir.

TECENTRIQ isimli ilacın güncel fiyatı Ocak 2024 itibari ile 65.712,83 Türk Lirasıdır.

LYNPARZA GERİ ÖDEME

LYNPARZA, olaparib adı verilen bir aktif bileşen içeren bir ilaçtır. Olaparib, PARP inhibitörü olarak sınıflandırılan bir ilaçtır. PARP inhibitörleri, DNA hasarını onarabilen bir enzim olan PARP’ı bloke ederek çalışır.

LYNPARZA, BRCA mutasyonlu meme kanseri tedavisinde kullanılır. BRCA mutasyonu, meme kanserine neden olan bir genetik mutasyondur.

LYNPARZA, ameliyat sonrası tedavi olarak veya kemoterapi sonrası tedavi olarak kullanılabilir.

Ameliyat sonrası tedavi olarak, LYNPARZA, meme kanserinin tekrarlamasını önlemek için kullanılır.

Kemoterapi sonrası tedavi olarak, LYNPARZA, meme kanserinin ilerlemesini önlemek için kullanılır.

LYNPARZA, ağızdan alınan bir kapsül şeklindedir. Günde iki kez, yemekle birlikte veya yemeksiz alınmalıdır.

LYNPARZA’nın yaygın yan etkileri şunlardır:

  • • Yorgunluk
  • • Baş dönmesi
  • • Baş ağrısı
  • • Kas ağrısı
  • • İştah azalması
  • • Kabızlık
  • • İshal
  • • Kusma
  • • Diş eti iltihabı
  • • Vajinal kuruluk

LYNPARZA, hamile veya emziren kadınlarda kullanılmamalıdır.

LYNPARZA, çocuklarda güvenli ve etkili değildir.

LYNPARZA, tümör nekroz faktörü alfa (TNF-α) inhibitörleri, immünosupresanlarveya kortikosteroidler gibi bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar ile birliktekullanılmamalıdır.

LYNPARZA, iyi tolere edilen bir ilaçtır. Ancak, bazı yaygın yan etkilere neden olabilir. Bu yan etkiler genellikle hafif ila orta şiddettedir ve genellikle tedavinin kesilmesini gerektirmez.

LYNPARZA kullanan hastalar, olası yan etkiler konusunda doktorlarıyla konuşmalıdır.

LYNPARZA’nın etkinliği

LYNPARZA, BRCA mutasyonlu meme kanseri tedavisinde etkili bir ilaçtır. Klinik çalışmalarda, LYNPARZA alan hastaların, plasebo alan hastalara göre hayat beklentisinin önemli ölçüde arttığı gösterilmiştir.

Örneğin, bir klinik çalışmada, LYNPARZA alan hastaların, plasebo alan hastalara göre yaşam beklentilerinin ortalama 6,7 ay daha uzun olduğu gösterilmiştir.

LYNPARZA, BRCA mutasyonlu meme kanseri tedavisinde önemli bir ilerlemedir. Bu ilaç, meme kanseri hastalarının yaşam beklentisini önemli ölçüde artırabilir.

LYNPARZA Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmış olsa da henüz Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından geri ödeme kapsamına maalesef alınmamıştır.

LYNPARZA isimli ilacın ocak 2024 itibari ile güncel fiyatı 6.329,56 Euro’dur.

JAKAVİ GERİ ÖDEME

JAKAVI, baricitinib adı verilen bir aktif bileşen içeren bir ilaçtır. Baricitinib, JAK inhibitörü olarak sınıflandırılan bir ilaçtır. JAK inhibitörleri, JAK adı verilen proteinleri bloke ederek çalışır. JAK proteinleri, immün sistemi düzenleyen proteinlerdir.

JAKAVI, romatoid artrit (RA), psöriatik artrit (PsA), ülseratif kolit (UC) ve kronik miyelomonokok enfeksiyonu (KME) tedavisinde kullanılır.

Romatoid Artrit (RA)

JAKAVI, aktif ve şiddetli RA tedavisinde kullanılır. RA, eklemleri etkileyen bir inflamatuar hastalıktır.

JAKAVI, tek başına veya başka reçeteli ilaçlarla birlikte kullanılabilir.

Psöriatik Artrit (PsA)

JAKAVI, aktif ve şiddetli PsA tedavisinde kullanılır. PsA, eklemleri ve cildi etkileyen bir inflamatuar hastalıktır.

JAKAVI, tek başına veya başka reçeteli ilaçlarla birlikte kullanılabilir.

Ülseratif Kolit (UC)

JAKAVI, aktif ve şiddetli UC tedavisinde kullanılır. UC, bağırsak iltihabına neden olan bir inflamatuar hastalıktır.

JAKAVI, kortikosteroidler veya diğer immünosupresanlarla birlikte kullanılabilir.

Kronik Miyelomonokok Enfeksiyonu (KME)

JAKAVI, KME tedavisinde kullanılır. KME, kronik bir bakteriyel enfeksiyondur.

JAKAVI, rifampisin ve klofazimin ile birlikte kullanılır.

JAKAVI, ağızdan alınan bir tablet şeklindedir. Günde bir kez, yemekle birlikte veya yemeksiz alınmalıdır.

JAKAVI’nin yaygın yan etkileri şunlardır:

• Yorgunluk

• Enfeksiyon

• Baş ağrısı

• Baş dönmesi

• Kas ağrısı

• İştah azalması

• Kabızlık

• İshal

• Kusma

• Alerjik reaksiyonlar

JAKAVI, hamile veya emziren kadınlarda kullanılmamalıdır.

JAKAVI, çocuklarda güvenli ve etkili değildir.

JAKAVI, tümör nekroz faktörü alfa (TNF-α) inhibitörleri, immünosupresanlar veya kortikosteroidler gibi bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar ile birlikte kullanılmamalıdır.

JAKAVI, iyi tolere edilen bir ilaçtır. Ancak, bazı yaygın yan etkilere neden olabilir. Bu yan etkiler genellikle hafif ila orta şiddettedir ve genellikle tedavinin kesilmesini gerektirmez.

JAKAVI kullanan hastalar, olası yan etkiler konusunda doktorlarıyla konuşmalıdır.

JAKAVI’nin etkinliği

JAKAVI, romatoid artrit, psöriatik artrit, ülseratif kolit ve kronik miyelomonokokenfeksiyonu tedavisinde etkili bir ilaçtır. Klinik çalışmalarda, JAKAVI alan hastaların, plasebo alan hastalara göre semptomların iyileşmesinde ve yaşam kalitesinin artmasında önemli bir fark olduğu gösterilmiştir.

Örneğin, bir klinik çalışmada, JAKAVI alan RA hastalarının, plasebo alan hastalara göre semptomların iyileşmesinde ortalama %50 daha iyi olduğu gösterilmiştir.

JAKAVI, bu hastalıkların tedavisinde önemli bir ilerlemedir. Bu ilaç, hastaların semptomlarını iyileştirerek ve yaşam kalitelerini artırarak yaşamlarını iyileştirebilir.

JAKAVI, maalesef Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından Mayıs 2023 tarihi itibari ile geri ödeme listesinden çıkarılmıştır.

JAKAVI isimli ilacın Ocak 2024 itibari ile güncel fiyatı 55.409,21 Türk Lirası’dır.

Başlık Metninizi Buraya Ekleyin

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI (ÜCRET VE FAZLA ÇALIŞMA ÜCRETİ)

Genel anlamda ücret bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutardır.

Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak kural olarak, Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenir. Ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak, yabancı para olarak kararlaştırılmış ise ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödeme yapılabilir. Çalıştırılan işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının özel olarak açılan banka hesabına yatırılmak suretiyle ödenmesi hususunda; tabi olduğu vergi mükellefiyeti türü, işletme büyüklüğü, çalıştırdığı işçi sayısı, işyerinin bulunduğu il ve benzeri gibi unsurları dikkate alarak işverenleri veya üçüncü kişileri zorunlu tutmaya, banka hesabına yatırılacak ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının, brüt ya da kanuni kesintiler düşüldükten sonra kalan net miktar üzerinden olup olmayacağını belirlemeye Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı müştereken yetkilidir. Çalıştırdığı işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişiler, işçilerinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaklarını özel olarak açılan banka hesapları dışında ödeyemezler.

İşçinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının özel olarak açılan banka hesaplarına yatırılmak suretiyle ödenmesine ilişkin diğer usûl ve esaslar anılan bakanlıklarca müştereken çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

Emre muharrer senetle (bono ile), kuponla veya yurtta geçerli parayı temsil ettiği iddia olunan bir senetle veya diğer herhangi bir şekilde ücret ödemesi yapılamaz.

Ücret en geç ayda bir ödenir. İş sözleşmeleri veya toplu iş sözleşmeleri ile ödeme süresi bir haftaya kadar indirilebilir.

İş sözleşmelerinin sona ermesinde, işçinin ücreti ile sözleşme ve Kanundan doğan para ile ölçülmesi mümkün menfaatlerinin tam olarak ödenmesi zorunludur.

Meyhane ve benzeri eğlence yerleri ve perakende mal satan dükkan ve mağazalarda, buralarda çalışanlar hariç, ücret ödemesi yapılamaz.

Ücret alacaklarında zamanaşımı süresi beş yıldır.

Ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılabilir. Fazla çalışma, Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırk beş saati aşan çalışmalardır. Denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam kırk beş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.

Her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir.

Haftalık çalışma süresinin sözleşmelerle kırk beş saatin altında belirlendiği durumlarda yukarıda belirtilen esaslar dahilinde uygulanan ortalama haftalık çalışma süresini aşan ve kırk beş saate kadar yapılan çalışmalar fazla sürelerle çalışmalardır. Fazla sürelerle çalışmalarda, her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmi beş yükseltilmesiyle ödenir.

Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapan işçi isterse, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında bir saat otuz dakikayı, fazla sürelerle çalıştığı her saat karşılığında bir saat on beş dakikayı serbest zaman olarak kullanabilir.

İşçi hak ettiği serbest zamanı altı ay zarfında, çalışma süreleri içinde ve ücretinde bir kesinti olmadan kullanır.

Kısa veya sınırlı süreli işlerde ve gece çalışmasında fazla çalışma yapılamaz.

Fazla saatlerle çalışmak için işçinin onayının alınması gerekir.

Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda iki yüz yetmiş saatten fazla olamaz.

Fazla çalışmanın her saati için verilecek ücret, normal çalışma ücretinin saat başına düşen tutarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir.

Fazla sürelerle çalışmalarda her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret, normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmi beş yükseltilmesiyle ödenir.

Parça başına veya yapılan iş tutarına göre ücret ödenen işlerde, fazla çalışma süresince işçinin ürettiği parça veya iş tutarının hesaplanmasında zorluk çekilmeyen hallerde, her bir fazla saat içinde yapılan parçayı veya iş tutarını karşılayan ücret esas alınarak fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma ücreti hesaplanır. Bu usulün uygulanmasında zorluk çekilen hallerde,parça başına veya yapılan iş tutarına ait ödeme döneminde meydana getirilen parça veya iş tutarları, o dönem içinde çalışılmış olan normal ve fazla çalışma saatleri sayısına bölünerek bir saate düşen parça veya iş tutarı bulunur. Bu yolla bulunan bir saatlik parça veya iş tutarına düşecek bir saatlik normal ücretin, yüzde elli fazlası fazla çalışma ücreti, yüzde yirmi beş fazlası fazla sürelerle çalışma ücretidir.

Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda iki yüz yetmiş saatten fazla olamaz. Bu süre sınırı, işyerlerine veya yürütülen işlere değil, işçilerin şahıslarına ilişkindir.

Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sürelerinin hesabında yarım saatten az olan süreler yarım saat, yarım saati aşan süreler ise bir saat sayılır.

Whatsapp ile ulaşın bize
Whatsapp'a gönder

Bu Sayfadaki İçeriği KOPYALAYAMAZSNIZ !!!