Tazminatı doğuracak olan nedenler CMK’da sırlanmaktadır: Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer mal varlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
k) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
Tazminat isteminde bulunma hakkı, yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü zarara uğrayan kişilere aittir. Bu hak, yakalama ya da tutuklama önlemine tabi tutulan kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Haksız ya da hukuka aykırı tutuklama ya da yakalama hallerinde, yasaya aykırı işlemin sonuçlarının kendilerine doğduğundan bahisle, üçüncü kişilerin tazminat isteminde bulunmaları söz konusu değildir.
Tazminat istemi bir dilekçe ile istenecektir. Dilekçede, zarar isteminde bulunan kişinin açık adresi, zararı doğuran işlemlerin özeti, zararın dayandığı nedenler ve bunların delilleri ile giderilmesi istenen zararın neden ibaret olduğu yazılı olmak gerekir. Delillerin dilekçeye ekli olması şarttır. Öte yandan dilekçenin yasanın aradığı koşulları içermemesi veya istenen belgelerin ve delillerin eklenmemiş olması halinde, mahkeme 1 aylık bir süre verir. Bu sure eksikleri giderme süresidir. Bu sürenin sonunda eksikler giderilmediğinde, dilekçe mahkemece reddedilir.
Yasada dava açma süresi üç ay olarak düzenlenmiştir. Bu sürenin başlangıcı, tazminatı doğuran nedenler farklılık gösterdiğinden, kendi içinde farklılık taşımaktadır. Bu bakımdan, bir yargılamanın söz konusu olduğu durumlarda, yargılama sonunda verilen kararın kesinleştiği tarih, diğer hallerde, haksız ya da hukuka aykırı işlem iddialarının mercilerince karara bağlandığı tarihler, üç aylık sürenin başlangıç tarihini oluşturacaktır.
Yasa, görevli mahkemeyi davacının oturduğu yer ağır ceza mahkemesi olarak belirtmiştir. Eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, dava en yakın yer ağır ceza mahkemesinde görülür ve karara bağlanır.
KİŞİ HAKSIZ YA DA HUKUKA AYKIRI OLARAK TUTUKLANIRSA VEYA YAKALANIRSA DEVLET ZARARLARI ÖDER Mİ?
Konunun önemini göz önünde tutan Anayasa, tutuklama ve yakalama koşulları gerçekleşmeden, nedenler söz konusu olmadan kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanması ile uğrayacakları her türlü zararın devlet tarafından karşılanması ilkesini benimsemiştir. Anayasada, devletin zararları, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre tazmin edeceği maddede belirtilmiştir. Bu değişikliğin sonuçları aydınlığa kavuşacaktır. Ancak ülkemizde bireyin hak ve özgürlüklerinin daha sağlam temeller üzerine oturtulması ve toplumda demokratikleşmeyi sağlamak amacıyla, Anayasa’da 2001 değişikliği yapıldığına göre, devletin ödemesi gereken tazminatın, tazminat hukukunun genel ilkelerine göre belirlenmesi ilkesi, bundan böyle tazminatların haksız yakalama ve tutuklamanın doğurduğu zararları ortadan kaldıracak boyutlar kazanması amacı taşıdığı söylenebilir. Anayasanın hukuka aykırı tutuklama ve yakalamaların doğurduğu zararların devletçe ödenmesi, Anayasanın kişi hak ve özgürlüklerine verdiği değeri gösterir. Öte yandan bir hukuk devleti olduğu belirtilen Türk
devletinin, hukuk devletinin nitelikleri ile bağdaşan bir sonuçtur.
Anayasa tutuklama ve yakalama nedenleri ve koşullarını belirttikten sonra, “Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradığı zarar, kanuna göre devletçe ödenir.” demektedir.
KANUN YARARINA BOZMA (YAZILI EMİR) NEDİR?
Kanun yararına bozma, önceki yasanın yazılı emir adını verdiği kanun yoludur. Bu yol gerek yargıçların ve gerek mahkemelerin istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş kararlarına karşı bir yasa yoludur. Amacı bu karardaki aykırılıkları ortadan kaldırmaktır.
Niteliği bakımından bir olağanüstü yasa yolu sayılmalıdır, çünkü kesin hüküm kuvveti taşıyan kararlara karşı başvurulan bir yoldur. CMK, bu sonucu benimsemiştir. Kanun yararına bozmada genel ilke, verilen bozma kararlarının sanık aleyhine sonuç doğurmamasıdır. Bu yolun amacının, yasaların ülke içinde eşit biçimde uygulanması olduğu belirtilmektedir. Bu bakımdan faydalı bir yol olarak görülebilir. Fakat kesin hükmü ortadan kaldırmak amacı taşıması ve bizde olduğu gibi bazen sanık aleyhine de sonuç doğurması,
kesin hükmün otoritesini sarsan bir etkendir. Kanun yararına bozma yolunda, özellikle uyuşmazlığın esasını çözmeyen kararların sanık aleyhine etkisi yönünden yapılacak bir değerlendirmede, bu yolun somut olayda gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik olduğu söylenebilir. Yasaların ülke içinde eş olaylarda aynı biçimde uygulanması amacı, uyuşmazlığın esasını çözen mahkeme kararları bakımından geçerlik taşır; çünkü bunlarda sanık aleyhine uygulama yolu kapalıdır. Yeni yasa bu konuda iki ayrı yol öngörmektedir. Bunlar, genel anlamda kanun yararına bozma ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının kanun yararına bozma
yollarıdır.
YARGILAMANIN YENİLENMESİ DAVASI NASIL GÖRÜLÜR?
CMK’ya göre kanun yolu davası açabilenler yargılamanın yenilenmesi davasını açabilirler. Yasa bunu yasayollarına başvurma konusundaki genel kuralların, yargılamanın yenilenmesi yolunda da uygulanacağı biçiminde açıklamıştır. Yargılamanın yenilenmesi yoluna mahkumun ölmesinden sonra da başvurulması mümkün kılındığı için, ölüm durumunda, ölenin eşi, üstsoyu, altsoyu, kardeşleri yargılamanın isteyebileceklerdir.
Yargılamanın yenilenmesini istemek için, yasada açıklanmış bulunan nedenlerden birinin gerçekleşmiş olması şarttır.
Yargılamanın yenilenmesi istemi süreyle sınırlı değildir, çünkü bir yenileme nedeni yıllar sonra ve beklenmeyen bir anda ortaya çıkabilir. Bu bakımdan bu yol için bir süre sınırlaması koymak, bu yolun niteliğine aykırı düşer. Yasa, yargılamanın yenilenmesini istemeyi bazı biçimsel koşullara bağlamıştır. Bu istek bir dilekçeyle yapılmalı ve bunda yargılamanın yenilenmesi isteminin nedenleri ve özellikle istemin dayanağını oluşturan yeni deliller ve
olgular belirtilmelidir. Yargılamanın yenilenmesi davası, önceki son kararı vermiş olan mahkemede açılacaktır. Yargılamanın yenilenmesi CMK’da iki grup olarak öngörülmüştür: Mahkumun lehine ve aleyhine. Bu nedenler sınırlıdır. Bunlara ekleme yapılama
YARGILAMANIN YENİLENMESİ NEDİR, NE ZAMAN MÜMKÜNDÜR?
Yargılamanın yenilenmesi, yargılama sonunda ortaya çıkan kesin hükümde yanılgıların bulunduğunun sonradan anlaşılması üzerine başvurulan bir kanun yoludur.
Yanlışlığın sonradan anlaşılması, yargılama sırasında, elde olmayan delil ve olguların ortaya çıkmasıyla mümkün olacaktır. Yargılamanın yenilenmesi yasa yolu, kesin hükmün ortadan kaldırılması sonucunu doğuran bir çare olarak onunla yakın ilişki içindedir. Kesin hüküm, toplumda hukuki güvenliği kurmak amacını taşımaktadır. Fakat bunun yanında yalnız hukuki güvenliğin sağlanması yeterli olmayıp, adaletin de gerçekleşmiş olması gerekir. İyi bir kesin hüküm, adalet ve hukuki güvenlik kavramlarını dengede tutabilen bir kesin hükümdür. Ortaya yeni çıkan ve delillerle daha önce ulaşıldığı sanılan adaletin temellerinin sarsıldığı durumlarda, bu kesin hükmün ortadan kaldırılması ve yargılamayı yeniden yapma girişiminde bulunulması, yargılamanın yenilenmesi adlı bir yasa yolunun doğmasını sonuçlandırmıştır. Yargılamanın yenilenmesi, niteliği bakımından bir olağanüstü yasa yolu sayılmalıdır, çünkü kesin hüküm doğduktan sonra, bundaki aykırılıkları giderme amacı taşımaktadır. Her ne kadar yasa bu yolu, yasa yolu olarak adlandırmamışsa da, temel nitelikleri göz önünde tutulduğunda bu yolun bir yasa yolu olduğunda şüphe edilemez.
Yargılamanın yenilenmesi mahkemelerin kesinleşmiş son kararlarını ortadan kaldırmak amacını taşır. CMK’nın yürürlüğünden önce yargılamanın yenilenmesi, önceki yargılamayı yapmış olan mahkemede yapılmaktaydı. CMK’nın bu alanda attığı bir olumlu adımı belirtmem gerekir: Yargılamanın yenilenmesi halinde, önceki yargılamada görev yapan yargıç, aynı işte görev alamayacaktır. Bu hüküm, önceki hükmü veren mahkemenin aynı kalması sisteminde, yargıcın yasaklanması sonucu ile, ikinci yargılamada objektifliği sağlamak açısından önemli bir hükümdür.
TEMYİZ KANUN YOLUNUN KONUSU VE NİTELİĞİ NEDİR?
Temyiz olağan ve hukuki derece bir kanun yoludur. Temyizin hukuki dereceyi oluşturması, onun en önemli niteliğini teşkil eder. Hukuk sistemimizde istinaf yolu kabul edildikten sonra,temyiz yolunda BAM’ların(istinaf mahkemeleri) vermiş oldukları son kararlar hukuka
uygunlukları bakımından değerlendirilir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay, bu mahkemelerin vermiş olduğu son kararında hukuku tam ve doğru biçimde uygulayıp uygulamadığını denetler. Bu denetleme mahkemenin kararının maddi bölümünün, yani olguların saptanması ve delillerin değerlendirilmesi bölümünün inceleme dışı bırakılması anlamını taşır. Yargıtay, kural olarak mahkemenin önüne getirilmiş olan uyuşmazlık hakkında karar verirken, delilleri değerlendirmede yanılgıya düşüp düşmediğini ya da kararının temelini oluşturan olguları doğru saptayıp saptamadığını araştırmaz. Fakat bu temel üzerine oturtulan son kararda, hukuk normlarının uygulanmasında eksiklik ya da yanılgı olup olmadığının üzerinde durur.
Bu genel görünümü ile temyiz yolu istinafla karşılaştırıldığında, bir bakıma istinaftan daha dar ve sınırlı bir kanun yoludur. Gerçekten temyizde inceleme yalnızca hukuki yönden yapıldığı halde, istinafta hem maddi hem de hukuki bakımdan yapılan bir incelemenin söz konusu olması nedeniyle, istinaf daha geniş bir yoldur. Ancak bir bakıma da temyiz daha geniş bir inceleme alanı olarak da görülebilir, çünkü temyizde hukukun ve yasaların ülke içinde aynı biçimde uygulanması temel düşüncesi egemendir. Bu nitelik de temyizi daha geniş bir alanda etkili kılan bir unsurdur.
İSTİNAF KANUN YOLU NEDİR?
İstinaf olağan ve ikinci derece bir kanun yoludur. Olağandır, çünkü kesin hükümden önce başvurulan bir yoludur. İstinaf ikinci derecedir, çünkü karar hem maddi (deliller) hem de hukuki bakımdan incelenir. İstinafla itiraz arasında bu bakımlardan bir yakınlık vardır. Fakat Bölge Adliye Mahkemelerinin son kararlarına karşı bir yoldur. Yargılamanın birinci derecesi, mahkemelerin son kararıyla tamamlandıktan sonra, istinaf yolu açılabilir. Bu son kararlar gerek deliller ve gerek yasal kurallar bakımından denetlenir. Son kararlara karşı başvurulan bir yol oluşu bakımından istinafın temyiz yoluyla da bir yakınlığı vardır. Fakat temyizde yalnız hukuki inceleme yapılırken, istinafta hem maddi hem hukuki inceleme yapılması nedeniyle, daha geniş bir denetim söz konusudur.
HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI (HAGB) NEDİR ?
Ceza yargılaması hukukumuza getirilen yeni bir kurumdur. Temeli şudur: Sanık yargılanır, suçlu bulunur, cezalandırılır. Fakat cezası açıklanmaz, askıya alınır. Hukuki niteliği yönünden cezanın ertelenmesine (tecil) benzer bir hukuk kurumudur. Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir.
Süreyle ilgili olarak dikkat edilecek olan nokta şudur: İki yıllık süre, mahkemenin yaptığı yargılama sonunda sanığa vereceği hapis cezasının süresidir. Bu süre, yargılama konusu suçun yasada öngörülen cezasının yıl hapisle sınırlanmış olması değildir. Başka bir anlatımla, suçun cezasının 2‐5 yıl hapis olduğu bir resmi belgede sahtecilik yargılamasında, mahkeme sonuçta sanığa iki yıl hapis cezası verecek olduğunda, hükmün geri bırakılması kurumu uygulanabilir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi CMK’da belirli koşullara tabi tutulmuştur. Sanığın durumunda bu koşulların bulunması şarttır. Bu koşullar içinde sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması önde gelir.
Mahkemenin, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması da şarttır. Ayrıca suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tabi tutulur.
İDDİANAME NEDİR, İÇERİĞİNDE HANGİ UNSURLAR YER ALIR?
İddianame, bir ceza olayını son soruşturmaya aktaran belgenin adıdır. Kamu davası iddianame ile açılır. İddianame ile işin son soruşturmaya aktarılması özel bir yere sahiptir. İddianamenin ceza yargılamasının önemli bir belgesi olması nedeniyle ceza yargılaması açısından önem taşır. İddianame, içeriği bakımından son soruşturmayı yapacak olan mahkemeye verilen ve bu mahkemenin uyuşmazlığı çözmesini isteyen bir belgedir.
Bunun hangi mahkemeye verileceği, yargıcın yetki kurallarına göre belirlenir. Özellikle yerel ve görevsel yetki kurallarına uymak gerekir. Örneğin İstanbul’da işlenmiş olan bir ağır cezalık suçun yargılanması, İstanbul’daki ağır ceza mahkemesinden istenecektir.
Savcının iddianame düzenleyerek kamu davasını açması, sanığın suçu işlediğine ilişkin yeterli şüphe nedenlerine ulaşması ile mümkündür. Bu da yapılan hazırlık soruşturması sonunda ulaşılabilecek bir sonuçtur. Türk sisteminde savcı, istisnaların söz konusu olmadığı
durumlarda, kamu davasını açmak zorundadır.
İddianame, isminin sonundaki “name” sözcüğünden de anlaşılacağı üzere yazılıdır. Savcı, iddialarını taşıyan bir belge düzenlemelidir. İddianamenin neleri içermesi gerektiği yasada
belirtilmiştir.
a) Şüphelinin kimliği,
b) Müdafii,
c) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği,
d) Mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya
kanunî temsilcisi,
e) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda
bulunan kişinin kimliği,
f) Şikâyette bulunan kişinin kimliği,
g) Şikâyetin yapıldığı tarih,
h)Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun
maddeleri,
i) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
j) Suçun delilleri,
k) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri, Gösterilir.
İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır.
İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür. İddianamenin sonuç kısmında, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiği; suçun tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ilgili tüzel kişi hakkında uygulanabilecekolan güvenlik tedbiri açıkça belirtilir.
CEZA DAVASINI KİM AÇAR, NASIL AÇILIR?
Savcı yaptığı hazırlık soruşturması sonunda, kovuşturmama kararı vermediğinde, araştırma konusu eylemin suç oluşturduğu konusunda yeterli şüpheye ulaşmış demektir. Bunun sonucu olarak bu uyuşmazlığı çözülmek üzere mahkeme önüne götürmek zorundadır.
Savcı davayı açmadan önce bütün koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini iyi biçimde değerlendirmek durumundadır, çünkü hakkında ceza davası açılan kişi sanık adını alacak, onun toplum içindeki durumunda bu nedenle değişik olacak (son soruşturma sonunda beraat
etse bile), öte yandan yine boş yere açılmış bir kamu davasında yapılan giderler de boşa gidecek ve bunun yanında toplumdaki adalet duyguları da zedelenecektir.
Savcının açtığı dava bir ceza davası olduğundan ve bu davayla toplumda bozulmuş olan düzenin yeniden kurulması istendiğinden, kamu adına açılmış bir davadır ve bu nedenle de “kamu davası” adını alır. Savcı, devletin bir görevlisi olarak bu davayı devlet adına açmaktadır. Dava, bir uyuşmazlığın yargıç önüne götürülmesi ve orada tutulmasıdır. Bu uyuşmazlık ceza uyuşmazlığı olduğunda, dava, ceza davasıdır. Her ceza davasında iki ögenin (unsur) kesinlikle bulunması gerekir. Bunlar kişi ve eylem ögeleri (unsurları) dır. Hukukumuzda belirsiz kişilere karşı ceza davası açmak mümkün değildir. Savcı bir eylemden ötürü kamu davasını açtığında, bu davanın sanığını da göstermelidir. Bunun yanında bu sanığa atılan suç, daha yerinde deyişle, onun suçlandığı eylem de gösterilmek gerekir. Kişi hangi suçu işlemek şüphesi altında olduğunu bilmek durumundadır. Bu, sanık için bir güvencedir. Ayrıca bu iki öğe yargı organının yetki ve görev alanının belirlenmesi bakımından da önem taşır. Gerçekten “davasız yargı olmaz” ilkesi gereğince, yargı organı ancak önüne getirilen uyuşmazlıkları çözebilir ve yargılanması istenen kişileri yargılayabilir.
Bir uyuşmazlığa kendiliğinden el atamaz. Bu bir açıdan da itham sisteminin bir sonucudur. Tarihte tahkik sisteminin sakıncaları yaşanmıştır. Bu sistemde iddia ve yargı görevi aynı kişi ve organda birleştiğinden, kişiler bakımından tam anlamıyla güvensizlik doğuran bir
durumdur. Yargılanan kişi aynı zamanda iddia eden ve koğuşturan makam ya da kişi de olduğunda, bu sistemde yargı, ancak bazı iddialara kılıf bulmak amacına hizmet eder.