Boşanma Avukatı

Boşanma, Medeni Hukuk içerisinde yer alan Aile Hukuku’nun en önemli konuları arasındadır. Bu hukuk dalının en önemli ayağı ise konunun uzmanı olan bir boşanma avukatı ile çalışmaktır. Aile ve Boşanma Davaları nişanlanma, evlenme, boşanma, nafaka, velayet ve ziynet eşyası gibi birçok konuyu kapsamaktadır. İyi bir boşanma avukatı Aydın birazdan aşağıda maddeler halinde bahsedeceğimiz konulara hakim ve sorulara cevap verebilecek düzeyde tecrübeli olmalıdır.

Son dönemde ülkemizde boşanma davalarının sayısında ciddi düzeyde bir artış yaşanmaktadır. Bunun sosyal, bireysel ve birçok etkene bağlı olduğu görülmektedir. Covid 19 Pandemisi süreci de bu artışta önemli bir etkendir ve belirli bir paya sahiptir.  Boşanma davalarında çiftler, süreci kolaylıkla yönetebilme ve bir hak kaybına uğramama adına uzman bir boşanma avukatı Aydın ile çalışmak istemektedirler.

Aile, toplumun temel yapı taşıdır ve Anayasal koruma altındadır. Hukuk sistemimiz, medeni kanun ile aile kavramına ve ailenin korunmasına çok önem vermektedir. Boşanma davalarında önemli olan; sürecin sadece bir boşanma davası açma ya da boşanma ile sonuçlandırma olmadığı çok açık ve nettir. İşte bu nedenle aile ve boşanma davalarında süreç çok önemlidir. Boşanma avukatı yeterli bilgi ve donanıma sahip olmalıdır. Olayla ilgili araştırmayı çok iyi yapmalı ve haklarınızı en iyi şekilde gözetecek şekilde bir plan çıkarmalıdır. Avukatınız sizin için izlenecek en iyi hukuki yolu seçmelidir.

Boşanma Davası Nedir?

Boşanma, evlilik birliğinin mahkeme kararıyla sonlandırılmasıdır. Boşanma evlilik birliğinin kurulması aşaması olan nişanlanma, nikah kıyma, düğün, sonrasında nafaka, velayet gibi konuları da kapsayan Aile Hukuku’nun bir dalı ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenen bir konudur. Evlilik birliğinin sonlandırılması amacıyla açılan davaya “boşanma davası” denilmektedir.

Boşanma davası, TMK hükümleri gereğince evli olan kadın ve erkeğin kanunda sayılan bir sebebe bağlı olarak evlilik akdini sona erdirmek amacıyla açtıkları bir dava türüdür.

Boşanma davası, genel anlamda az kusurlu olan tarafın açtığı bir dava olup, ilerleyen aşamalarda diğer taraf buna, karşı dava açmak suretiyle cevap verip davanın her iki taraf bakımından devamını sağlamak mümkündür.

Boşanma Davası Nasıl Açılır?

Boşanma davası, Davacı kişinin yerleşim yerindeki Aile Mahkemesi’nde açılır.Dava, boşanmaya ilişkin hazırlanan Dava Dilekçesi’nin, ilgili Aile Mahkemesine sunulması suretiyle açılır ve Davalı karşı tarafa tebliğ edilerek yargılamada Dilekçeler Aşamasına geçilmiş olur. Yargılama süreci dilekçeler aşaması tamamlanıncaya kadar duruşmasız ilerler ve Mahkeme “Tensip Zaptı” düzenleyerek yapılması gerekenler bakımından her iki tarafa bunu tebliğ eder. Sonrasında süreç 6100 sayılı HMK hükümleri kapsamında duruşmalı ilerler ve sonuçlanır.

Boşanma Davası Açarken Nelere Dikkat Etmek Gereklidir?

Boşanma davası açılmasında bazı hususları göz önünde bulundurmak gerekir:

  • Boşanma davasını, karşı tarafla evliliğinin devamını çekilmez gören Taraf açmalıdır. Bu çekilmezlik hayatın birlikte devamı bakımından olmalı ve karşı tarafın bu yönde eylemleri var olmalıdır.
  • Boşanma genel anlamda kanunda boşanma sebebi teşkil edecek bir kusur haline bağlı olarak açılmalıdır.
  • Boşanma bakımından kanuni gerçekler belli olmalı ve bu gerekçelere dair yeterli delil toplanmış ve elde olmalıdır.
  • Kadın ve erkek için boşanma bakımından farklı sebepler belirlenmemiştir. Boşanma sebepleri 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda belirlenmiştir. Aldatma, küçük düşürücü suç işleme, hayata kast, haysiyetsiz yaşam sürme, terk, akıl hastalığı ve evlilik birliğinin temelinden sarsılması gibi sebepler ispat edilmesi halinde her iki eş için de boşanma sebebidir.
  • Boşanma, TMK’da sayılan sebeplere bağlı olarak hakim kararıyla gerçekleşen bir ailevi durumdur. Kişinin medeni halinde değişikliğe neden olur. Kanunda sayılan sebeplerin ispatı mümkün olmazsa ve karşı taraf da boşanmak konusunda Davacı eşin iradesiyle uyumlu bir beyanda bulunmazsa boşanma gerçekleşmeyebilir. Bu nedenle dava açılırken dayanılan boşanma sebepleri bakımından Dilekçenin buna uygun  düzenlenmesi ve buan göre dava açılması gerekir.
  • Boşanmanın fer’i sonuçları olan mal paylaşımı, çocukların velayeti, nafaka konuları da boşanma sürecinde etkileyen ve belirleyen olgulardır. Bunlara dair süreci iyi çalışmak ve avukatınızla birlikte analiz etmek gereklidir.

Başarılı Aydın Boşanma Avukatı

Boşanma, bir hukuk davasıdır ve dava süreci tamamen avukatın performansına göre şekillenir.

Avukatın yetkinliği, dilekçe hazırlama ve yazılan dilekçelere cevap verme kapasitesi ve hukuk davaları konusundaki uzmanlığı davanın seyrinde belirleyicidir.

Bu nedenle özellikle Aydın boşanma avukatı seçerken ve davanızın takibini beklerken avukatın süreçteki rolünü dikkate almak haklarınızın korunmasında önem arz etmektedir.

Boşanma davaları, savunma görevi yapan avukatlar bakımından özel ihtisas gerektiren ve deneyime ihtiyaç duyan kendine has bir dava türüdür. Aile hukuku alanında boşanma davaları, sonuçları itibariyle çocuk ve malvarlığı bulunması halinde her iki eş bakımından daha da önemli bir dava türü haline gelmektedir.

Diğer yandan var olan yasal süreler, hak kaybına sebep olması bakımından ve iddiaların ispatı yönüyle de önem taşıdığından ayrıca davanın işleyişindeki usul ve yöntemleri bilmek ve buna göre yargılamayı sürdürmek gerektiğinden Avukat takibi önem taşımaktadır.

Boşanma davası sonrasında, karşı dava açılması, boşanma gerekçelerinin hukuka uygun bir şekilde sunulması, velayet hakkı, nafaka bağlanması, mal rejimine tabi malvarlığına ilişkin davalar yönüyle konu hakkında deneyimli ve hukuki bilgisi yeterli bir avukatın hukuki yardımı ile boşanma sürecini takip etmek gerekmektedir.

Boşanma davası süreçleri kendine özgüdür ve her ilişkinin niteliğine göre öncesi ve sonuçları itibariyle başka davaların da açılarak sürecin devam ettirilmesini gerektirebilir. Sonrasında mal paylaşımı, velayet vb. davaları da boşanma davasını tamamlayıcı ancak ona eklemlenen ayrı davalardır.

En iyi Aydın boşanma avukatı, haklarınızı bilen ve dava sürecini en iyi takip eden ve işlem basamaklarını atlamayan avukattır. Yerli yerinde ve zamanında dosyaya müdahil olmak ve iddia ve savunmaları tam ve eksiksiz yapmak da önemlidir.

Boşanma konusunda uzun yıllara dayanan deneyimlerimiz, Yargıtay kararları ve aile hukuku konusunda literatüre olan hakimiyetimiz ve son yargı kararları ışığında aile hukuku kapsamında boşanmaya ilişkin var olan son ve güncel kararlar ışığında size hukuki yardım sunmaktayız.

Boşanma avukatı seçerken avukatın boşanma konusundaki deneyimi, alandaki bilgi düzeyi ve boşanma davaları bakımından süreçlere ve davanın aşamalarına dair yetkinliği önem taşımaktadır.

Boşanma davaları bakımından AKBULUT HUKUK BÜROSU olarak uzman avukat kadromuzla hizmet sunmaktayız. Siz de Aydın’da boşanma avukatı arıyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz!

AİLE HUKUKU

A – BOŞANMA DAVASI

Boşanma davaları çekişmeli boşanma davası ve anlaşmalı boşanma davası olarak ikiye ayrılır. Çekişmeli boşanma davası TMK m. 166/3 dışında kalan tüm davalardır. Taraflar boşanma hususunda anlaşsalar dahifer’i konularda anlaşamadıkları takdirde mahkemenin görecek olduğu dava türü çekişmeli boşanma davası olacaktır. Boşanma davasına anlaşmalı diyebilmek için boşanma, nafaka, tazminat, velayet ve  kişisel ilki kurulması hususunda tarafların anlaşması gerekir.

B – EŞLER ARASINDAKİ MAL REJİMİ

Eşlerin evlilik birliği esnasında sahip oldukları malların tasarrufuna, tasfiyesine ilişkin kurallar mal rejimini oluşturur. 1 OCAK 2002 tarihinden itibaren yasal mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimi olarak kabul edildi. 1 Ocak 2002 tarihinden sonraki evliliklerde eğer bir mal rejimi seçilmediyse, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. 1 Ocak 2002 tarihinden sonraki evliliklerde ise, bu tarihe kadar elde edilen mallarda mal ayrılığı rejimi, sonraki mallarda ise edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Mal rejimi sözleşmesi noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılabilir. Evlenme başvurusu sırasında eşler yazılı olarak talepte bulunarak mal ayrılığını da seçebilirler.

2 – SOYBAĞININ KURULMASI

A – TANIMA

Anne ile çocuk arasındaki soybağı doğumla kurulur. Evlilik içinde doğmayan çocuk nesepsiz sayılır. Nesepsiz doğan çocuğun babası Nufüs Dairesine yazılı bildirimde bulunarak, çocuk ile kendisi arasında soy bağı kurulmasını sağlayabilir. Bu işlem tanımadır. Tanıma, geçmişe yönelik hüküm ifade eder. Çocuğun doğduğu andan itibaren soybağı kurulmuş olur. Soybağının oluşması ile çocuk evlilik dışında doğsa bile diğer çocuklar gibi miras hakkından eksiksiz yararlanır.

B – BABALIK DAVASI

Tanıma kurumunu kendi rızası ile sağlamayan babaya karşı; anne ya da çocuğun açabileceği davadır. Babalık davası açma hakkı; kişiye sıkı sıkıya bağlı olan haklardandır. Annenin ölümü ile mirasçılarına geçmez. Dava babaya karşı açılır, eğer baba ölmüşse mirasçılarına karşı açılır. Dava, Cumhuriyet savcısına ve hazineye; dava ana tarafından açılmışsa kayyıma, kayyım tarafından açılmışsa anaya ihbar edilir. Ancak babalık davasının açılabilmesi için, çocuğun soybağının kurulamamış olması gerekir. Başka bir erkekle arasında soybağı olan çocuk için babalık davası açılamaz. Öncelikle ilk olarak kurulan soybağının reddi gerekir.

C – SOYBAĞININ REDDİ

Soybağının reddi davası, baba ile çocuk arasında herhangi bir sebeple oluşan soybağının çürütülmesi için açılır. Baba yada anne dava açabileceği gibi, çocukta dava hakkına sahiptir. Çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüşse davacı, kocanın baba olmadığını ispat etmek zorundadır. Evlenmeden başlayarak en az yüzseksen gün geçtikten sonra ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla üçyüz gün içinde doğan çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılır. Soybağının reddi davaları aile mahkemelerinde açılır.

3 – EVLAT EDİNME

Evlat edinmeye karar verilebilmesi için küçüğün yararına olması ve evlat edinenin kişinin diğer çocuklarının hakkını gözetmesi gerekir. Küçüklerin evlat edinilebilmesi için, evlat edinen tarafından bir yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olmalıdır. En az beş yıldır evli bulunan ve otuz yaşını doldurmuş olan eşler birlikte evlat edinebilir. Eşler eğer diğer eşin çocuğunu evlat edinmek istiyorsa, iki yıldan beri evli olmaları ve evlat edinmek isteyenin otuz yaşını doldurmuş olması gerekir. Resmi olarak evli olmayan eşler birlikte evlat edinemezler.

Evli olmayan kişiler tek başına evlat edinebilir. Evlat edinilenin, evlat edinenden en az on seiz yaş küçük olması gerekir. Evlatlık ilişkisi, ancak mahkeme kararı ile kurulabilir.

4 – VELAYET

Velayet, 18 yaşından küçük ergin olmayan çocuklar için geçerlidir. Ergin olmayan çocuk evlilik devam ettiği müddetçe anne ve babasının velayeti altındadır. Anne ve baba evli değilse çocuğun velayeti annesindedir. Anne küçük yada kısıtlı ise çocuğun menfaatini gözeterek aile mahkemesi hakimi çocuğa vasi atayabilir ya da velayeti babaya verebilir. Ortak hayata son verilmişse ya da boşanma gerçekleşmişse hakim çocuğun üstün yararını göz önünde tutarak velayeti eşlerden birine verebilir. Çocuğun eğitimi, yaşadığı ortam, bakım ve iaşesinin sağlanması çocuğun üstün yararının bir parçasıdır.

5 – ÇOCUK MALLARININ KORUNMASI

Anneler ve babalar, velayetleri kullandıkları müddetçe çocuğun mallarını yönetirler. Bu yönetim için hesap vermeleri gerekmez. Evlilik sona erdiğinde velayeti kendisine bırakılan taraf, yönetim hakkını kullanır, aile hakimine çocuğun mal varlığının dökümünü gösteren bir defter ibraz etmek zorundadır. Şayet çocuğun mallarında bir değişiklik olursa ya da çocuğun malvarlığı ile ilgili yatırımlar söz konusu ise bu değişiklikleri bildirmek zorundadır. Çocuğun mallarını yönetim hakkı, velayetin devamlılığına bağlıdır. Velayet, hakim tarafından kaldırılırsa, anne yada babanın yönetim hakkı ve yükümlülüğü sona erer. Anne ve baba çocuk mallarının gelirlerini öncelikle çocuğun giderleri, bakımı, eğitimi için kullanırlar. Adaletin gerektirdiği ölçülerde aile ihtiyaçları için kullanılabilir. Kullanımdan arta kalan miktarlar çocuk mallarına katılır. Çocuğun mallarının doğru yönetilmediği yahut tehlikeye girdiği durumlarda, aile hakimi yönetimi kayyıma bırakabilir.

6 – NAFAKA

A  – TEDBİR NAFAKASI

Tedbir nafakası, evlilik devam ederken ayrı yaşamaya başlayan eşlerden maddi olarak güçlü olanın, güçsüz olana ödediği nafaka türüdür. Nafaka miktarı tarafların maddi gücüne göre, yaşam standartları dikkate alınarak hükmedilir. Tedbir nafakası için, kusur aranmaz. Boşanma davası açılmadan da tedbir nafakası müstakil bir dava ile istenebilir.

B – YOKSULLUK NAFAKASI

Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmadığı müddetçe geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz nafaka isteyebilir. Yoksulluk nafakasının aylık ya da toplu olarak ödenmesine karar verilebilir. Hakimin aylık ödenmesine karar verdiği durumlar süreli ya da süresiz olabilir. Süreli olan nafakaların süresi ilamda belirtilmek zorundadır. Boşanma davası sırasında yoksulluk nafakası istemeyen taraf, bu hakkından feragat etmezse boşanmanın kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde ayrı dava açarak yoksulluk nafakası isteyebilir.

C – İŞTİRAK NAFAKASI

Velayete sahip olmayan tarafın, velayeti elinde bulunduran tarafa müşterek çocuklar için boşanma gerçekleştikten sonra ödediği nafaka türüdür. İştirak nafakası ödenmesinde kusur aranmaz. Müşterek çocuklar 18 yaşını doldurana kadar ödenir.

D – YARDIM NAFAKASI

Yoksulluğa düşecek olan alt soya ve üst soyuna ödenen nafaka türdür. Kişilerin, yoksulluk içinde bulunan anne, babasına ya da eğitimi devam eden 18 yaşını geçmiş çocuklarına ödediği nafaka türüdür. Yardım nafakası kardeşler içinde hükmedilebilir. Ancak kardeşlere ödenmesi için, nafaka yükümlüsünün refah içinde bulunması gerekir.

7 – VESAYET

A – VASİ VE KAYYIM TAYİNİ

Velayet altında bulunmayan küçükler yada çeşitli sebeplerden dolayı mallarını yönetemeyen kişileri korumaya yönelik bir kurumdur. Vasi, küçüğün ya da kısıtlının mallarının yönetimini sağlamak, hukuki işlemleri sürdürebilmek için vesayet makamı tarafından atanır. Kayyım ise, belli bir işin görülmesi için vesayet makamı tarafından atanır. Vesayet; velayet altında bulunmayan küçükler ve akıl hastalığı, akıl zayıflığı, savurganlık, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim, özgürlüğü bağlayıcı ceza alan erginlerin hukuki işlemlerinde söz konusu olur.

B – VASİLİK GÖREVİNİN SONA ERMESİ

Vasilik görevi, Kanunda belirtilen hallerde sona erer. Vasinin fiil ehliyetini yitirmesi, ölmesi, görev süresinin sona ermesi, görevini ağır surette savsaklaması, ya da yetkilerini kötüye kullanması durumlarında sona erer. Ayrıca, vasinin görevini engelleyen sebepler oluştuğu takdirde vasi görevinden çekilmek zorundadır.

BOŞANMA İLE BİRLİKTE KADIN ÇOCUĞUNA KENDİ SOY İSMİNİ VEREBİLİR.

T.C YARGITAY 2. Hukuk Dairesi Esas: 2018 / 1306 Karar: 2018 / 4719 Karar Tarihi: 09.04.2018

Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk
Dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle,
evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Davacı B. Karakol 12.05.2016 tarihli dava dilekçesinde; davalılardan Y. İncel ile 27.02.2015
tarihinde kesinleşen kararla boşandıklarını, ortak çocuk 17.03.2011 doğum tarihli A. E.’nin velayetinin
kendisine verildiğini, okula başlayan ortak çocuğun “İncel” olan soyadı ile kendisinin evlenmeden
önceki soyadı olan “Karakol” soyadlarının farklılığı sebebiyle günlük işlemlerde sorun yaşadığını,
çocukla ilgili işlemlerde annesi olduğunu belgelemek için nüfus kayıt örneği ile boşanma ilamını ibraz
etmek zorunda kaldığını, davalı babanın ortak çocuğa ilgisiz olduğunu, çocukla uzun süredir
görüşmediğini ve nafaka ödemediğini, çocuğun da anne ile çocuğun soyadlarının farklı olmasından
rahatsız olduğunu ve anne ile aynı soyadını taşımak istediğini iddia ederek, ortak çocuğun soyadının
davacı annenin soyadı olan “Karakol” olarak değiştirilmesini talep ve dava etmiş, ilk derece
mahkemesi 18.07.2017 tarihli kararla; “4721 sayılı TMK.nun 321. maddesine göre ana ve baba evli ise
çocuğun ailenin soyadını taşıyacağı, “aile” deyiminden babanın anlaşılacağı, çocuğa soyadı verilmesi
için o çocuğun doğum tarihinde anası ile babasının evli olup olmadığına bakmanın gerekeceği,
soyadının değiştirilmesi istenen 17.03.2011 doğumlu A. E. İ.’in doğum tarihi itibariyle ana ve
babasının evli olduğu, evlilik birliği içinde doğan çocuğun TMK.nun 321.maddesine göre babanın
soyadını aldığı, çocuğun soyadı bu suretle belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına
dayanarak değiştirmenin Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün
olmadığı, çocuğun soyadının ancak ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki
koşulların varlığı halinde kendisi tarafından veya babanın TMK.nun 27. maddesindeki koşulları

kanıtlayarak kendi soyadını değiştirmesi halinde mümkün olduğu, bu iki durum gerçekleşmediği
sürece çocuğun babanın soyadını taşıması gerektiği…” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş,
kararın anne tarafından istinaf edilmesi üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
14.11.2017 tarihli kararı ile “…evlilik birliği içinde doğan çocuğun Türk Medeni Kanununun 321.
maddesi uyarınca babanın soyadını aldığı…” gerekçesiyle davacının istinaf talebini esastan reddetmiş,
hüküm davacı anne tarafından temyiz edilmiştir.
Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile
değiştirilmesine yöneliktir.
Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; ortak çocuk A. E.’nin tarafların evlilik tarihinden önce
17.03.2011 tarihinde doğduğu, 18.03.2011 tarihinde davalı baba tarafından tanınarak baba ile
soybağının kurulduğu, tarafların 22.08.2011 tarihinde evlendikleri ve 27.02.2015 tarihinde kesinleşen
kararla boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte ortak çocuk A. E.’nin velayetinin davacı anneye
bırakıldığı, davacı annenin halen velayet hak ve sorumluluğuna sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik,
tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur (TMK m. 282).
Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde
doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (TMK m. 292). Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin
soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık
soyadını taşır (TMK m. 321).
Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus
siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar
gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava
edebilir (TMK m.27). Soyadı, bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline
gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez,
kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır.
Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi
varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve
yükümlülüklerin bütününe denir (AKINTÜRK, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku,
İstanbul 2002, s. 400). Velayet, çocuk ergin oluncaya kadar onunla ilgili alınması zorunlu kararları
alma hususunda veliye sorumluluk yükler ve onları yetkili kılar. Bu bakımdan modern hukukta velayet,
bir hak olduğu kadar aslında çocuğun üstün yararının sağlanması bakımından yetki ve sorumluluk da
içerdiğinden, hak ve yükümlülüklerin toplamı olarak kabul edilmektedir. Velayetin nihai amacı, henüz
erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktır
(AKYÜZ, Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması,2012 s.220). 4721 sayılı Kanun’un
velayet hakkına ilişkin 335. maddesinde, ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında
olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik
ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş; 336.
maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son
verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin
ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm
altına alınmış, velayet hakkı ve içerdiği yetkilerin kullanımı noktasında da eşlerin eşitliği prensibi
yansıtılmaya çalışılmıştır.
Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde, velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun
soyadının belirlenmesi hususunun düzenlendiği 21.6.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun 4.
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi
edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” şeklindeki düzenleme Anayasa
Mahkemesinin 8.12.2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal
kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve
sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak

ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından
aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme
hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım
yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. ve 41.
maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı,
20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen
çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki
yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında ele alınması
gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade
edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin
devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal
konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının
kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele
teşkil ettiğini, çocuğun bir aileye mensubiyetinin belirlenmesi amacıyla bir soyadı taşıması ile nüfus
kütüklerindeki kayıtların güvenilirliği ve istikrarının sağlanmasında, çocuğun ve kamunun açık bir
menfaati bulunmakla birlikte, annenin soyadının çocuğa verilmesinin söz konusu menfaatlerin tesisine
olumsuz etkilerinin kesin olarak saptanması gerektiğini ve başvurulara konu yargısal uygulamaların
ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara
konu yargısal kararlarda Anayasa’nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa’nın 10.
maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiş, aynı kararlarında
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili
mahkemesine gönderilmesini de kararlaştırmıştır.
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucunda verdiği ihlal kararları, soyut ve somut norm
denetiminden farklı olarak, sadece başvuruda bulunan kişi ve başvuruya konu idari işlem ya da karar
açısından geçerli ve bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesinin saptadığı hak ihlalinin, mahkeme kararından
kaynaklandığını belirleyen ve Kuruluş Kanununun 50. maddesinin (2.) fıkrasında dayanarak aldığı
“ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmasına” ilişkin kararı karşısında,
ilk derece mahkemelerinin başvuru konusu somut olay ve kişi bakımından artık başka türlü karar
vermesine olanak yoktur. Ne var ki, yukarıda açıklanan velayet hakkına sahip annenin ortak çocuğun
soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yönelik açılan başkaca davalarda yapılan benzer yargısal
kararların, bireysel başvuru konusu yapılması Halinde Yüksek Mahkemece, bundan sonra da hak
ihlalinin tespit edileceği ve ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yolunun
açılacağı da muhakkak gözükmektedir. Anayasanın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile
Türkiye’nin taraf olduğu eki protokollerin ortak koruma alanında bulunan “temel hak ve özgürlüklerin
ihlal edildiği iddialarının” öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yollarında çözüme
kavuşturulması asıldır.
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararları kapsamında; “Çocuğun Üstün Yararı” ilkesinin de irdelenmesi
gerekmektedir. Bu ilkenin en genel anlamdaki tanımı, çocuğun yararlarının her zaman ve her koşulda
öncelikle korunması olup, çocuk hukukunda karşılaşılan tüm sorunlarda, görevli ve yetkililere yol
gösteren, çocuk yararına çözümün tercih edilmesini emreden, zayıfı, güçlüye karşı koruyan en üst
ilkedir (AKYÜZ, Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması, 2012 s. 10). Çocuğun üstün
yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk
için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt, bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı
çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (YÜCEL, Özge Ufuk Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s. 117-137). Esasın da çocuğun üstün yararına
gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir.
Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı
davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (BAKTIR, Çetiner Selma, Velayet Hukuku,
Ankara 2000 s.33).
Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, soyadlarının farklı olmasından çocuğun rahatsız

olduğunu ve anne ile aynı soyadını taşımak istediğini ileri sürmüş olup, davacı tanıkları da davalı
babanın çocuğuna ilgisiz olduğunu, yaklaşık üç yıldır babanın çocuğunu görmeye gelmediğini,
çocuğun birlikte yaşadığı anne ile aynı soyadını taşımamaktan rahatsız olduğunu, anne ile aynı
soyadını taşımak isteğini sürekli dile getirdiğini, kendisini tanıtırken soyadını annenin soyadı olan
“Karakol” olarak ifade ettiğini beyan etmişlerdir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi
halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği
gibi, az önce açıklanan tanık beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin
çocuğun üstün yararına olabileceği anlaşılmaktadır.
Tüm bu açıklamalar ışığında; velayet hakkı tevdi edilen annenin çocuğun soyadının kendi soyadı ile
değiştirilmesi yönündeki talebinin velayet hakkı kapsamındaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olduğu,
velayet hakkı kapsamında çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığı, aynı hukuksal konumda
olan erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına
tanınmamasının velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil
edeceği, evlilik birliği içinde doğan çocuğun taşıdığı ailenin soyadını, evlilik birliğinin sona ermesi ile
kendisine velayet hakkı tevdi edilen annenin kendi soyadı ile değiştirmesini engelleyici yasal bir
düzenlemenin bulunmadığı, somut olayda söz konusu değişikliğin çocuğun üstün yararına da aykırı
bulunmadığı ve çocuğun soyadı değişmekle kişisel durumunun değişmeyeceği (TMK m. 27) dikkate
alındığında, Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da
gözetilerek, davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru
olmayıp, hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeple İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 14.11.2017
tarihli kararının KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi olan İzmir 8. Aile Mahkemesinin
18.07.2017 tarih 2017/11 esas, 2017/523 karar sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın adı geçen
ilk derece mahkemesine gönderilmesine, kararın bir örneğinin de adı geçen bölge adliye mahkemesi
hukuk dairesine gönderilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verildi. 09.04.2018

Whatsapp ile ulaşın bize
Whatsapp'a gönder

Bu Sayfadaki İçeriği KOPYALAYAMAZSNIZ !!!