Savcı yaptığı hazırlık soruşturması sonunda, kovuşturmama kararı vermediğinde, araştırma konusu eylemin suç oluşturduğu konusunda yeterli şüpheye ulaşmış demektir. Bunun sonucu olarak bu uyuşmazlığı çözülmek üzere mahkeme önüne götürmek zorundadır.
Savcı davayı açmadan önce bütün koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini iyi biçimde değerlendirmek durumundadır, çünkü hakkında ceza davası açılan kişi sanık adını alacak, onun toplum içindeki durumunda bu nedenle değişik olacak (son soruşturma sonunda beraat
etse bile), öte yandan yine boş yere açılmış bir kamu davasında yapılan giderler de boşa gidecek ve bunun yanında toplumdaki adalet duyguları da zedelenecektir.
Savcının açtığı dava bir ceza davası olduğundan ve bu davayla toplumda bozulmuş olan düzenin yeniden kurulması istendiğinden, kamu adına açılmış bir davadır ve bu nedenle de “kamu davası” adını alır. Savcı, devletin bir görevlisi olarak bu davayı devlet adına açmaktadır. Dava, bir uyuşmazlığın yargıç önüne götürülmesi ve orada tutulmasıdır. Bu uyuşmazlık ceza uyuşmazlığı olduğunda, dava, ceza davasıdır. Her ceza davasında iki ögenin (unsur) kesinlikle bulunması gerekir. Bunlar kişi ve eylem ögeleri (unsurları) dır. Hukukumuzda belirsiz kişilere karşı ceza davası açmak mümkün değildir. Savcı bir eylemden ötürü kamu davasını açtığında, bu davanın sanığını da göstermelidir. Bunun yanında bu sanığa atılan suç, daha yerinde deyişle, onun suçlandığı eylem de gösterilmek gerekir. Kişi hangi suçu işlemek şüphesi altında olduğunu bilmek durumundadır. Bu, sanık için bir güvencedir. Ayrıca bu iki öğe yargı organının yetki ve görev alanının belirlenmesi bakımından da önem taşır. Gerçekten “davasız yargı olmaz” ilkesi gereğince, yargı organı ancak önüne getirilen uyuşmazlıkları çözebilir ve yargılanması istenen kişileri yargılayabilir.
Bir uyuşmazlığa kendiliğinden el atamaz. Bu bir açıdan da itham sisteminin bir sonucudur. Tarihte tahkik sisteminin sakıncaları yaşanmıştır. Bu sistemde iddia ve yargı görevi aynı kişi ve organda birleştiğinden, kişiler bakımından tam anlamıyla güvensizlik doğuran bir
durumdur. Yargılanan kişi aynı zamanda iddia eden ve koğuşturan makam ya da kişi de olduğunda, bu sistemde yargı, ancak bazı iddialara kılıf bulmak amacına hizmet eder.
SUÇ DUYURUSU (İHBAR) NASIL YAPILIR?
Suç duyurusu, hazırlık soruşturmasının başlamasının en çok karşılaşılan biçimidir. Suç duyurusu da başka makam ya da kişilerin kovuşturma organlarına suçları bildirmeleridir. Bildirenin bir kamu makamı olması ya da bir özel kişi olmasına göre ayrılır.
Kamu makamlarının suç duyurusu denilince, bunların başında kolluk(polis, jandarma) gelir. Yasa kolluğa bir suça rastladığında, gerekli önlemi alma ve hazırladığı belgeleri hemen savcılığa gönderme görevini vermiştir. Kolluğun bu görevini yerine getirmesi savcılık
bakımından bir suç duyurusu niteliğindedir, çünkü savcılık bu yolla ilk kez bir suçu öğrenmektedir. Kamu makamlarının suç duyurusunda bulunmalarının başka örnekleri de hukukumuzda vardır. Bir kişi duruşmada suç işlediğinde, örneğin bir tanığın yalan
yere tanıklık etmesi ya da yargıca hakaret etmesi gibi, mahkeme olayı saptayacak, bir tutanak düzenleyecek ve bunu savcılığa gönderecektir. Ayrıca bir ölümün doğal nedenlerinden ileri gelmediği ya da meçhul bir kişinin ölüsünün bulunması durumunda, kolluk, belediye memurları ve köy muhtarları, sağlık ve cenaze işleri ile ilgili kişiler durumu derhal savcılığa ya da sulh yargıcına bildirmek zorundadırlar. Hatta bu gibi durumlarda ölünün gömülmesi, bu makamların yazılı izniyle mümkündür.
Bir kamu görevlisinin görevini yaptığı sırada ve göreviyle ilgili bir suçu yetkili organa bildirmekte ihmal ettiğinde, bu hareketi suç sayılmıştır. Kişilerin suç duyurusu denilince, kamu makamları dışında, kişilerin de suçları duyurmaları konusunda yeni TCK göz önünde bulundurulmalıdır. Yeni madde, kişilere işlenmekte olan suçları bildirim yükümünü getirmiştir. Bu tür suç duyuruları yazılı olabileceği gibi sözlü de olabilir. Duyuruda bulunan ismini verebileceği gibi, bunu gizli tutabilir, hatta başka bir isimle de suçu bildirebilir. Suç duyurusunda şüphelenilen kişinin ismini vermek gerekli değildir, bilinmeyen bir kişi de ihbar
edilebilir. Her türlü suç duyurusu üzerinde kovuşturma organlarının harekete geçmesi gerekir. Ancak duyurunun gerek yapılış biçimi ve gerek içeriğinden bunun ciddi olmadığı ilk anda anlaşılabiliyorsa, araştırmaya girişilmeyebilir.
Suç duyuruları konusunda CMK’nın hükümleri şunlardır: Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir. Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Yurt dışında işlenip ülkede takibi gereken suçlar hakkında Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına da ihbar veya şikâyette bulunulabilir.
Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir. Yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde; mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde, yargılamaya devam olunur.
HAZIRLIK SORUŞTURMASI NEDİR?
Ön soruşturma aşaması bugün hazırlık soruşturmasından oluşmaktadır. Hazırlık soruşturmasız bir ceza yargılaması faaliyeti düşünülemez. Ne kadar kısa ve çabuk olursa olsun, bir hazırlık soruşturması mutlaka yapılır. Hatta bunu daha da genelleyerek, hazırlık soruşturmasının ön soruşturmanın bir bölümü olduğunu
düşünerek, ön soruşturmasız ceza yargılaması olmayacağını söylemek yerinde olur. Bu bakımdan ön soruşturma ile son soruşturma arasındaki ilişki şöyledir: Son soruşturmasız bir ceza yargılaması gerçekleşebilir. Bu mümkündür, çünkü yargılamanın hazırlık soruşturması sonunda bitmesi ve işin son soruşturmaya aktarılmaması olanağı vardır.
Bunun anlamı, her ceza yargılamasında son soruşturmanın kesinlikle var olan bir aşama olmamasıdır. Fakat buna karşılık ön soruşturmasız ceza yargılaması yoktur.
Bu noktada bir husus hatırlanmalıdır. Hangi toplum olursa olsun, her işlenen suç için bir ceza yargılaması faaliyetinin mutlaka yapıldığı sonucu doğru bir sonuç değildir. Hiçbir ülkede böyle bir mutlak sonuç yoktur, ceza yargılaması faaliyeti bir suç haberinin kovuşturma organlarına (savcılık, polis, jandarma) ulaşması ile
başlamaktadır.
Böyle bir haber söz konusu olmadığında, ceza yargılaması mekanizması harekete geçmez. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Bunların başında, kişilerin korkması, suç failini affetmesi, başka suçların işlenen suçun üzerine bina edilmesi, mağdurların herhangi bir şekilde tatmin edilmeleri gibi nedenler, suçların kovuşturmasız, sonuçta cezasız kalmasının nedenleri olabilir.
Hazırlık soruşturmasının iki işlevi vardır. Bunlar, hazırlama ve ayıklamadır. “Hazırlama” denince, hazırlık soruşturmanın son soruşturmayı en iyi biçimde hazırlaması akla gelir. Son soruşturmanın en kısa süre içinde bitirilmesi ve eylemin
suç olduğu ya da olmadığı konusunda sonuca ulaşabilmesi, iyi bir hazırlık soruşturması ile mümkündür. Bu evrede deliller iyi ve sağlıklı biçimde toplanır, şüpheyi oluşturan olgular iyi değerlendirilir ve bunların kimlere suç atılmasını haklı kıldığı tam olarak ortaya konursa, son soruşturmayı yapan mahkemenin işi de kolaylaştırılmış olur. “Ayıklama” da hangi olaylardan ötürü son soruşturma yapılacağını ve hangileri için yapılmayacağını belirlemektir. Bu alanda bir ayıklama yapılacağından, bu husus, hazırlık soruşturmanın bir işlevi olmaktadır.
Her gün kovuşturma organı olarak savcılığa ve onun yardımcı kuruluşlarına, kolluğa ve jandarmaya gelen binlerce suç haberi ve suç duyurusu içinden, gerçekten suç şüphesi taşıyan olayların ayıklanması hazırlık soruşturmanın görevidir. Bu ayıklamayı yapabilmek için, bir araştırma faaliyetine gerek vardır. Bu faaliyet sonunda bazı suç duyurularının asılsız olduğu, ciddi olmadığı, bu olaylarda yeterli suç şüphesi bulunmadığı ya da olayın suç teşkil etmediği ortaya çıkabilecektir ve
bunların yargıç önüne götürülmesi de gereksiz olacaktır. Ancak suç şüphesi taşıyan ve belirli kişilere yüklenebilecek olaylardan ötürü yargı organlarının çalışması istenecektir.
Yeryüzünde gerçekleşen olaylar arasında benzerlikler bulunmasına rağmen, olayların gerek nedenleri gerek yapısı ve gerek sonuçları birbiriyle eş olamayacağına
göre, hazırlık soruşturmasının “ayıklama” işlevinin ne denli önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
GİZLİ SORUŞTURMACI GÖREVLENDİRME NEDİR?
Bir olayda, soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi halinde, kamu görevlilerini görevlendirmek ve ceza olaylarında onlardan yararlanmaktır. Bu kişiler kendilerine verilen görevi gizli yürütürler. Kamu görevlisi olmayan bir kişi, gizli soruşturmacı olarak atanamaz. Kamu görevlisi, kamusal faaliyetin yürütülmesine atama ya seçilme yoluyla katılan kişidir. Kamusal faaliyet, toplum için görülen hizmetlerdir. Bunlar çeşitlidir. Örnek: yargıç, Cumhuriyet savcısı, belediye başkanı, bir bakanlıkta genel müdür v.b.
Bu suçlar 139 uncu maddesinde sayılmıştır. Bu suçlara başka suçlar eklenemez.
Nitelik ve özellikleri açısından önemli suçlardır. Bir ceza olayının sayılan suçlardan olup olmadığına, gizli soruşturmacı atayacak olan yargıç karar verir,
Bu kararı Hakim verir; istisnası yoktur.
Yasada süreyi belirleyen hüküm yoktur. Bunu, kararı veren yargıç belirler. Yargıç süreyi belirlerken olayın önemini, karmaşıklığını, fail sayısını ve delil durumunu göz önünde bulundurur.
HABERLEŞME ARAÇLARININ DİNLEMEYE ALINMASI NEDİR?
Haberleşme araçlarının dinlemeye alınması, bir ceza olayı nedeniyle, her türlü haberleşme aracı ile yapılan konuşmanın, kanuni şartlar gerçekleştiğince, yetkili
makamlar tarafından dinlenmesi ve kayda alınmasıdır. Bu konu bugün elkoyma içinde mütalaa edilmektedir. Haberleşme olanaklarının hızla yayıldığı bir dönemde,
haberleşme araçları arasına katılan bütün araçlar aynı kapsamda mütalaa edilmektedir. Bu çerçevede telefon, teleks, telefaks, telsiz yoluyla haberleşmeler, el koymanın bu türüne konu olabilecektir. Yukarıda sayılan haberleşme araçları, bir olayın yargılanması ile ilgili delil kaynağı olmak niteliğini taşıdığında, ceza yargılaması alanında bunlardan faydalanılacaktır. Ancak bu noktada öteki yargılama
önlemlerinde olduğu gibi, elkoymanın bu türünde dahi, gerçeğin ortaya çıkarılması ile kişiye tanınan hak ve özgürlüklerin birlikte mütalaa edilmesi ve bu çerçevede
bir değerlendirmenin yapılması gerekecektir. Bu değerlendirme en iyi biçimde yasa koyucu tarafından Anayasada yer alan kurallar ve öteki yasal düzenlemelerin göz önünde bulundurulması ile yapılabilecektir. Birazdan üzerinde durulacağı gibi, ülkemizde haberleşme araçlarının dinlemeye alınması konusunda son yıllarda özel yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunun yapılması bir zorunluluktur. Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette failin belirlenememesi veya delil elde etme olanağının bulunmaması halinde, maddenin uygulanmasının mümkün olmasıdır. Madde bu niteliğiyle, yedek bir normdur. Delillere ve sanıklara başka yol ve yöntemlerle ulaşılabildiğinde, bu madde uygulanamaz. Somut bir olayda yapılan yargılamada, başka yol ve yöntemlerle, yukarıda sıraladığım sonuçlara ulaşıldığı
ortaya konulduğunda, bu madde uygulanarak elde edilen tüm sonuçlar hukuken geçersiz olur. Bunlar, hukuka aykırı olarak elde edilen deliller olarak kabul edilmek
gerekir. Bunlar yargılamada kullanılamaz. Bu önlem, niteliği yönünden haberleşme özgürlüğüne getirilen ağır bir sınırlamadır. Bu nedenle çok hassas uygulanmak zorundadır. Bu hükmün de yedeklik niteliği dikkatten kaçırılmamalıdır.
Maddede, önlemin uygulanmasının ancak sayılan suçlarda mümkün olması, belirttiğim hususların göz önünde bulundurulmasının sonucudur. Böyle bir listenin
yasada yer alması bence uygun bir çözümdür.
ZORLA GETİRME NE DEMEKTİR?
Bir yargıç kararıyla, sanık ve tanıkların özgürlüklerinin kolluk tarafından sınırlandırılarak, bu kişilerin çağıran makama götürülmesidir.
Zorla getirme bir yargılama önlemi olarak özgürlüğü sınırlandırır. Bu bakımdan Anayasa gereğince yargıç kararına dayanmalıdır. Bu önlemin amacı, kendisini
çağıran makam önüne kendi rızası ile gelmeyenleri, kolluk gücüyle getirmektir. Bu nedenle de zorla getirme gerçekleştiğinde, sona erer. Örneğin bir tanık zorla
getirilip beyanda bulunduğunda, serbest kalır. Zorla getirme, bir müzekkere ile gerçekleşir. Buna zorla getirme müzekkeresi denir. Uygulamada ve yasada buna aynı ad verilmektedir. Bu müzekkere sanık ya da tanığın bulunduğu yerdeki kolluk makamlarına hitap eder. Bunda, getirilmesi istenen kişinin kimliği, eşkali (tanınmasını kolaylaştıracak olan özellikler), sanıksa kendisine yüklenen suç ve tanıksa niçin zorla getirildiği yazılmak gerekir. Ayrıca bu müzekkerenin bir suretinin kişiye verilmesi şarttır. Zorla getirme müzekkeresi günlü ya da günsüz olabilir.
Günsüz olduğunda, hemen yerine getirilir ve kolluk istenen kişiyi hemen çağıran makama götürür. Günlü zorla getirmelerde de, sanığın özgürlüğünün kısıtlanması, zamanında çağıran makamda hazır bulunacak biçimde ayarlanmak gerekir. Yasa bunu, zorla getirmenin, getirme için haklı bir zamanda başlaması ve işlemin sonuna kadar sürmesi biçiminde açıklamıştır. CMK’da zorla getirme kurallarının tanık, bilirkişi, mağdur ve şikayetçi için de uygulanması öngörülmektedir. Uygulamada çekilen sıkıntıları dikkate alan bir değişikliktir; dosyaların sürüncemede kalmasını
Önleyecektir. Bilirkişiler hakkında 1985 yılına kadar zorla getirme durumu uygulanmazken, yasada 1985’de yapılan değişiklikle, bilirkişiler hakkında tanıklara ilişkin hükümlerin uygulanacağının açıklanmış oluşu, bilirkişilerin de zorla getirileceği sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Uygulamada bugün zorla getirme kurumu yasadaki görüntüsünden ve amacından saptırılmıştır. Özellikle büyük yerleşim yerlerinde, kolluk bir sanık ya da tanıkla ilgili zorla getirme müzekkeresini aldığında, bu kişiye bunu tebliğ etmekte, çağıran makama gitmesini, gittiğini ve çağrıya uyduğunu belgelemek ve ispatlamak bakımından, kendisine verilen belgeyi mahkeme kaleminde mühürletmesini istemektedir. Bu belge o kişi tarafından kolluğa geri getirildiğinde, işlemin hukuka uygun yapıldığı varsayılmaktadır.
YAKALAMA NEDİR?
Yakalama, suç şüphesi altında olan kişilerin özgürlüklerinin, henüz bir yargıç tarafından verilmiş tutuklama kararı olmadan önce sınırlandırılmasıdır.
Yakalama da öteki ceza yargılaması önlemleri gibi, ceza yargılamasının ve yargılama önlemlerinin amacına sahiptir. Ayrıca yakalama tutuklamayı mümkün kılmak için başvurulan bir önlem olduğundan, bununla yakın ilgisi vardır ve bunun aracı durumundadır. Yakalama yargıç kararına dayanmadığından, gerek Anayasada gerek yasada çok sıkı koşullara tabi tutulmuştur. Anayasa, yakalamanın ancak suçüstü durumlarında ve gecikmesinde tehlike olan durumlarda mümkün olduğunu belirtmiştir. Zaten yakalama kavramı suçüstü kavramı ile iç içe bir kavramdır, çünkü yakalama dendiği zaman suçüstü akla gelir. Bunun bir sonucu olarak, öteki yargılama önlemlerinde görülmeyen bir durum yakalama bakımından ortaya çıkar. Bu da kişilerin de bu önlemi uygulayabilmeleri, yani suç şüphesi içinde olan kişileri yakalayabilmeleridir. Bir başka deyişle, suçüstü durumlarda kişiler de şüphelileri
Yakalayabileceklerdir. Yakalamada yargıç kararı olmadığından, yakalanan kişinin durumu güvenceli değildir. Yakalanan kişi gözaltına (nezaret) alınır. Bu, kişinin kolluğun gözetim ve denetimi altında bulunması demektir. Gerek Anayasalar ve gerek yasalar, kişilerin özgürlüklerinin yargıç kararıyla sınırlandırılmasını, kısıtlanmasını temel ilke olarak benimsediklerinden, gözaltında tutulma süreleri daima kısa tutulmuş ve yakalanmış kişilerin en kısa sürede yargıç önüne çıkarılmaları gereği düzenlenmiştir. Hatta denebilir ki, bir hukuk düzeninde yakalanan kişilerin gözaltında tutulma sürelerinin kısa ya da uzun oluşuna göre, bu devlette kişilerin hak ve özgürlüklerine verilen değer anlaşılır. Yakalanan kişi yargıç önüne çıkarıldığında, yargıç bu kişinin ya tutuklanmasına ya da salıverilmesine karar
verir.
YURTDIŞINA ÇIKMA YASAĞI NEDİR?
Yurt dışına çıkma yasağı, CMK ile getirilen adli kontrol kurumu içinde mütalaa edilmiştir. Hakim ya da mahkeme, hakkında tutuklama koşulları ve nedenleri gerçekleşmiş olan şüpheli ya da sanıklar hakkında adli kontrol kararı verebilmektedir. Bu yetkiyi savcı kullanamaz, çünkü yasada bu konuda yetkilendirilmemiştir. Yurt dışı yasağı da adli kontrol önleminin türlerinden biridir ve bu rejime tabidir. Yurt dışı yasağı incelenirken Pasaport Yasasının üzerinde durulmalıdır. Bu yasada, yurtdışına çıkmaları mahkemelerce yasaklananlara pasaport verilmeyeceği belirtilmektedir. CMK, Pasaport Yasasının ilgili maddesini yürürlükten kaldırmamıştır. Bu nedenle CMK ile Pasaport Yasası birlikte uygulanmalıdır. Bu durumda, Hakim ya da mahkeme yurtdışına çıkma önlemine adli
kontrol kapsamında karar verdiğinde, sonuç bir müzekkere ile kolluk makamlarına bildirilmeli, bu kişiye pasaport verilmemeli ya da daha önce almış olduğu pasaporta el konulmalıdır. Yurt dışına çıkma yasağına ilişkin kayıtlar bugün bilgisayar düzeninde tutulmaktadır. Bunun sonucu olarak bu yasaklar bilgisayara işlenmektedir. Yasak kaldırıldığında, bu kayıtların polis tarafından tutulan bilgisayar kayıtlarından düşülmesi şarttır. Bu konuda uygulamada bazen aksaklıklar yaşanmaktadır.
ADLİ KONTROL NE DEMEKTİR?
Adli kontrol, CMK’nın getirdiği bir kurumdur; niteliği açısından bir yargılama önlemidir. Temel amacı, tutuklamanın ağır sonuçlarını ortadan kaldırmaktır.
Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir. Adli kontrol, ceza yargılaması hukukumuza yeni giren bir kurumdur. Bu kurumun hukuki niteliği, tutuklamanın bir türevi olmasıdır. Bunun anlamı şudur: Tutuklamanın koşullarının ve nedenlerinin gerçekleştiği hallerde, yargıç tutuklama kararı vermeyecek, fakat sanığın adli kontrol altına alınmasına karar verecektir. Adli kontrol, sanığın yasada sıralanan yükümlülüklerden birine ya da birden çoğuna (yurt dışına çıkma yasağı; yargıcın belirleyeceği yerlere, belirli zamanlarda başvurmak v.b.) tabi tutulmasıdır.
Maddede, bu kararı verecek olan yargıca geniş bir skala içinde seçenekler sunulmuştur. Yargıç, olayın oluşu, sanığa yüklenen suç ve delilleri gibi hususları dikkate alarak, adli kontrol kararında sanığın tabi olacağı yükümlülük/yükümlülükleri belirtecektir.
Adli kontrol kapsamındaki yükümlülükleri yargıç değiştirmek hakkına sahiptir. Önemli olan husus, bu yükümlülükler altına konulan sanığın yargılamada gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olması ve sonuçta verilecek olan hükmün kağıt üzerinde kalmasını önlemektir.
Dikkat edilmek gerekir ki, adli kontrol altına alınan sanık, kendisine yüklenen yükümlülükleri gereği gibi, eksiksiz olarak yerine getirmediği takdirde, yargıç bu
kararın geri alınmasına ve sanığın tutuklanmasına karar verecektir.
TUTUKLAMA (TUTUKLULUK) SÜREYLE SINIRLI MIDIR?
Bu konuda ilk söylenmesi gereken husus şudur:
Tutukluluk süresinden söz edildiği zaman, şüpheli hakkında tutuklama kararı verilmiş, kişi hakkında tutuklama kararı uygulanmış ve bir tutukevine konulmuş
olması söz konusudur. Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez. Uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafinin görüşleri alındıktan sonra verilir. Ancak millet ve devlete karşı suçlarda, devletin güvenliğine karşı suçlarda, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlarda, milli savunmaya karşı suçlarda, devlet sırlarına karşı suçlar ile casuslukta,
tutukluluk süresi soruşturma evresinde, en çok bir yıl altı aydır. Bu sure, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.